Sosyal medyada Yörüklerle ilgili bir paylaşımın altına yapılan “Yörük Alevi olur mu?” şeklindeki bir yorum, bu konudaki yaygın yanlış anlamaları ve önyargıları ortaya koymaktadır. Oysa tarihsel ve kültürel bağlamda bakıldığında, Yörüklerin bir kısmının Alevi inanç sistemine mensup olduğu görülmektedir. Hatta bazı akademik yaklaşımlarda, tarihsel süreç içerisinde göçebe Türkmen topluluklarının büyük çoğunluğunun İslamiyet’in heterodoks yorumlarına, yani günümüz Aleviliği olarak adlandırılan inanç biçimlerine daha yakın olduğu belirtilmektedir.
Bu noktada “Alevi” kavramı, günümüzdeki kurumsal dini yapılar çerçevesinde değil; İslam’a geçtikten sonra dahi eski inanç sistemlerini, özellikle Tengricilikten gelen unsurları yaşatmaya devam eden Türkmenlerin dini yaşayış biçimini tanımlamak için kullanılmaktadır. Göçebe hayat tarzı, yerleşik İslam anlayışının gerektirdiği ibadet rutinlerini yerine getirmeyi zorlaştırmıştır. Namaz, oruç gibi vakit ve mekân bağımlılığı olan ibadetlerin düzenli uygulanabilmesi için yerleşik bir hayat gerekmektedir. Bu nedenle göçebe Türkmen toplulukları, İslam’ı benimseseler de geleneksel ve ritüel ağırlıklı bir dindarlık geliştirmişlerdir.
Anadolu’da camilerin köylere yaygın şekilde inşa edilmesi büyük ölçüde Cumhuriyet dönemiyle başlamıştır. Çünkü göçebe Türkmen topluluklarının yaşam biçiminde, bu tür ibadet mekânlarına ihtiyaç duyulmamıştır. Bunun yerine, eski inanç sistemlerinden gelen ritüel ve pratiklerini sürdürmüşlerdir. Örneğin, nazar boncuğu kullanımı, ulu ağaçlara ve dağlara gösterilen saygı, yatır ziyaretleri, adak adama, bez bağlama gibi uygulamalar bu kültürel devamlılığın örnekleridir. Bu tür uygulamalar, Arap-İslam coğrafyasındaki ortodoks dini pratiklerle birebir örtüşmemekte ve bu nedenle tarih boyunca zaman zaman hor görülmüş veya dışlanmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle klasik dönemden itibaren Sünni İslam anlayışını resmi mezhep olarak benimsemesiyle, bu geleneksel ve yerel dini pratikler heterodoksi kapsamında değerlendirilmiş, hatta bastırılmaya çalışılmıştır. Ancak buna rağmen, bu kültürel ve dini miras özellikle Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde yaşamaya devam etmiştir. Bu nedenle de Türkmenler ve Osmanlı idaresi sürekli çatışma içinde olmuştur.
Bugün, Türkmen kökenli toplulukların büyük bir kısmı yerleşik hayata geçmiş olsa da, yaylak-kışlak düzenini sürdüren gruplar hâlen mevcuttur. Örneğin, Karadeniz bölgesindeki Çepni boyunun önemli bir kısmı zamanla Sünnileşmişse de, Marmara ve Ege bölgelerinde yaşayan bazı Çepni toplulukları Alevi inançlarını ve Yörük kültürünü sürdürmektedir. Aynı şekilde, İzmir, Manisa, Aydın, Muğla, Mersin, Adana, Antalya, Isparta ve Burdur bölgelerinde yaşayan Tahtacılar da Yörük kültürünün yaşayan örnekleri arasında yer alır.
Sivas, Tokat, Yozgat, Kayseri, Çorum, Amasya ve Nevşehir civarında yaşayan ve bugün yerleşik hayata geçmiş olan Sıraçlar da tarihsel olarak Yörük kökenlidir. Bu topluluklar, kimi zaman kendi alt kimlik adlarıyla anılsalar da, genel olarak Türkmen kültürünün birer parçası olarak değerlendirilmektedirler. Yine Avşar ve Varsak boyları içinde de Alevi inanç sistemine bağlı ve Yörüklüğü devam ettiren hatırı sayılır topluluklar bulunmaktadır.
Sonuç olarak, Yörüklerin Alevi olamayacağı yönündeki iddialar, tarihsel ve sosyolojik verilerle çelişmektedir. Alevi ya da Sünni ayrımından önce bu toplulukların ortak noktası Türkmen kökenli olmaları ve bu kültürel aidiyetin günümüzde hâlâ birçok yönüyle yaşatılıyor olmasıdır. Dolayısıyla, bu tür ayrımcı ve dışlayıcı yaklaşımlar yerine, ortak tarihsel geçmişi anlamaya ve saygı göstermeye dayalı bir bakış açısı geliştirmek gereklidir.
0 Yorumlar