Subscribe Us

header ads

24 | Dede ve Kam Benzerliği

Saz da aynı söz de aynı…Türk topluluklarının, İslamiyeti kabul etmeden önceki döneme ait ibadet biçimleri, kurban ve ölü gömme adetleri ile Anadolu Türkmenleri’nin bugün yaşattıkları gelenekler birbirinin devamı niteliğinde.Türkmenler Anadolu’ya yalnızca bir “ad”la gelmediler. En başından beri korunduğunu savunduğumuz bir “kültür”e sahiptiler. Arabistan’da, Irak’ta, İran’da yaşanan İslamiyet’le Anadolu’daki arasında nüans farkları doğmasına yol açan o “kültür” bugüne; renklerle, motiflerle, sembollerle, kılıkla- kıyafetle, sazla, deyişle ve nereden geldiğini sorgulama gereği duymadığımız bir yığın yerleşik davranışla, gelenek, görenek, tavırla taşındı.
Sünnilerin de günlük hayatlarını etkileyen “Türk töre”si, Aleviler’de, inançları gereği belli bir disiplin çerçevesinde, şekil ve muhteva kaybı olmadan yaşatıldı.
Kopuzdu; bağlama oldu
İki dönemin birbirine “ahenkle” bağlanmasını sağlayan araç ise şüphesiz “saz” dı. Orta Asya’nın kopuzu, Anadolu’nun bağlaması oluverdi. Dedem Korkut’un bıraktığı yerden aldı sazı eline Pir Sultan…
Şaman’ın elinde atlarla yarıştı kopuz, ’Hak aşıkları’nın elinde deyişler, nefesler, İmam Hüseyin’e ağıtlar, Hz. Ali’ye naatlar, Hz. Muhammed’in miracına besteler, “Allah’tan geldik, Allah’a döneriz…” diye devriyelerle dile geldi.
Öyle kutsandı ki; “Telli Kur’an” diye, sözü yasa kabul edilir oldu. Ve dede duayı verdi; hizmet sahipleri niyaz etti…
Dede ve kam benzerliği
Sadece cemlerdeki işlevleri değil; Alevi yolunun kılavuzluğunu yapan dedelerle, şamanların yol göstericisi kamların seçiliş biçimleri, giysileri, kerametleri, duaları da birdi… İkisinin de “sırrı”nı edinmek mümkün değildi; gizleri, güçleri, yazgıları “soy”ları ile belirlendi.
Kızılbaşlık ve Bektaşilik’te nasıl mürşitse talibi hakikate götüren, Şamanizm’de de kam besledi ruhları. “Oldum” demekle olamadı hiç kimse. Bir kam adayı, kam olabilmek için tecrübeli bir şamanın yanında uzun bir eğitimden geçmeliydi. Sabırla. Kendini keşfedene, bilene kadar. Parçalanıp, parçalanıp yeniden bütün olarak. Ölüp ölüp dirilerek. Arınarak. Doğudan veya batıdan; ruhunun sürüklendiği yer neresiyse oradan kabul edilerek Tanrılar katına; “can” olarak, “sırı” bularak!..
Bu mistisizmin en önemli iki öğesinin, “sır” ve “can”ın binlerce yıl sonra Alevilik’te de vazgeçilmezler olarak karşımıza çıkmış olması tesadüf olabilir mi?
Kamın kendisini “manen kurban ederek”, ölmeden ölmesinin Alevlik’teki karşılığını Şah Hatayi’den dinleyelim:
Arif olub her ma’niden duya gör,
Cesedin kendi elinle yuyagör,
Kendi namazını kıl da andan gel…
Kamların hizmetinin karşılığı; ona sunulan armağanlardı. Bu kural Alevi-Bektaşilik’te de değişmedi; dede ve babalarda “gönüllülük” esası temel alındı ve talipleri onlara “hakkullah” veya “çıraklık” adıyla niyazda bulundular.
Ak keçe üstünde
Kamın mesleğe başlama ritüeline damgasını vuran semboller, Alevi dedesinin de cem yönetirken kullandığı “araç”lar arasındaki yerini aldı.
Kamın at kılları bağlanmış asasının yerine, Anadolu’da dedenin alaca değneği, erkan değneği (tarik) geçti.
Kam, göreve başlarken keçe üzerine oturtulup havaya kaldırılıyordu. Bu gelenek Osmanlı’nın kuruluşunda, Osman’ın Beyliğini ilan edişi sırasında bir kere daha karşımıza çıktı. Halen de Antalya – Isparta arasında yaşayan Tahtacılar ’ın “mürebbi” seçimlerinde benzer bir törene rastlamak mümkün: Tahtacılar “mürebbi”yi ak keçe üstünde “Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali” diyerek üç kere havaya kaldırırlar…
Şamanizmde kamın giysisi aynı zamanda onun ibadetini gerçekleştirme aracı. Kam esrik yolculuğu sırasında biçim değiştirmesini, bu elbise ile bütünleşen aksesuarlara borçlu. Yolculuğunun amacına göre, hangi tanrıların yardımına ihtiyacı olacaksa; yer, su, ateş, onların sembolleriyle donatmalı kendisini. Ve öbür aleme gittikten sonra geri dönmesi için “yeniden diriliş” nüvesi olan “kemikler”i asmalı kollarına, göğsüne..
Kutsal giysileri var
Türk dünyası coğrafyasının her yanında, kimi farklılıklarla karşımıza çıkan şaman giysisinin esası, tıpkı Alevilerde olduğu gibi “hırka, başlık ve kemer”. Bunlardan yoksun olan şaman adeta çıplak sayılır.
Kozmoğrafik yönü olan kam hırkası “ruhların barınağı”dır. Tunguzlar bu nedenle ölen şamanın elbisesini evin bir yerine asıp saklarlar.
Alevilik’te bu kutsiyet daha çok “başlık/külah”la ifade edilirken, Bektaşiler’de de aynı şekilde “Fahir” denen hırka “her nesneyi setretmek, dünyayı terk” gibi derin anlamların sembolüdür. Hakikatle bağlantı kurulan bu giysinin içliği olan, “tennure” de “teni nur etme”yi temsil eder. Bektaşi hırkasının her dikişi ve unsuru ayrı bir anlamın karşılığı olarak işlenmiştir.
Kamların “sihirli” kemerleri gibi, dedelerin de “kuşakları” vardır.
Ahilerde “şed bağlamak” yani kemer kuşanmak olgunluk sembolü sayılır. Kemale ermenin göstergesidir. Alevilerde de, On iki İmam’dan sonra elden ele geçerek Hacı Bektaş-ı Veli’ye geçtiğine inanılır. Kemer; muhabbet, hidayet, hilm, alçak gönüllülük, doğruluk, azamet ve taat sembolü olarak kimi zaman yedi defa dolanmıştır.
Yine kamların ayinlerde giydikleri kızıl külahları ile dedelerin kırmızı börk veya taçları benzer.
Alevilerde mürşidin başında ’kızıl taç’ olmadan ayin olmaz. Tacın kubbesindeki on iki dilim, on iki imamı sembolize eder. Ve bu tacı giyenin on iki özelliğe sahip olması beklenir; Bilgi sahibi olmak, isyankar olmamak, nefsine uymamak, gaflette olmayıp can gözü açık olmak, tama etmemek, dünyaya bağlanmamak, isteklerden geçmek, şehvetperest olmamak, kibirsiz olmak, kimseye acı ve zarar vermemek, Pinti ve aceleci olmamak, kazaya rıza ile teslim olup vesvese etmemek… “Hırka”daki gibi, “tac”ın içi de sırdır.
Kurban ve ölü gömme
Hem şamanlarda hem de Aleviler’de kurbanla ilgili işlerden sorumlu özel görevliler vardır. Bunlar Alevilerde “kurbancı”, şamanlarda “kazancı” diye anılır.
Şaman geleneğinde olduğu gibi Aleviler’de de kurbanın kemikleri kırılmaz toplanır. Çünkü hayvanının canının kemiklerde olduğuna inanılır; şaman giysisinde kemiğin yeniden dirilişi temsil etmesi de bununla ilgilidir. Kemikler ya toprağa gömülür, ya da bir çam dalına asılır.
Yine her iki dönemde de kurban kesilirken kanının saçılmamasına önem verilmiştir. Buna kurbanın yığlanması denir. Bazı Türk toplulukları bu nedenle kurban edecekleri hayvanı kesmek yerine, kafasına vurarak öldürmeyi tercih etmişlerdir.
Kurban illa bir hayvan olmak zorunda da değildir; o toplumun sosyal hayatına göre tarımla ilgiliyse buğday, darı, tüccarsa para da olabilir, Alevi cemindeki “dolu” ve şaman ayinindeki “saçı” gibi kımız da, süt de…
Ölülerini kimi eşyalarıyla birlikte gömen Tahtacılar’ın bu hareketinin de geçmişi Orta Asya’ya dayanır. Yeniden dirilişin esas alındığı şamanizmde ölü en değerli eşyalarıyla birlikte gömülür. Orta Asya’daki kurganlarındaki atlara ait mezar odaları ile Karacaahmet’teki at mezarları arasındaki bağ aşikardır.
Gülbanglardaki sözcükler bile değişmemiş
Aleviler’in hemen her işe başlarken ettikleri “gülbang” adı verilen dua, kamların  “alkış”ıyla birebir örtüşür. İşte bir kam duası:
“Sizden medet diliyorum. Kara bıyıklı ata evliya!
Hu… ey!
Bektav Ata, Bekata Behiç Ata yardım et ! Çakmak Ata evliya, Koçkar Ata evliya, sizden medet diliyorum.
Hu…ey!
Evliya Ata Evliya…
Sizden medet diliyorum. Tekdurmuş Ata evliya.
Karahan Baba yardım et!
Hu… ey!”
Ve bu da ifade biçiminin nerdeyse aynen tekrarlandığı bir Alevi gülbangı:
“Allah.. Allah..
Hizmetleriniz kabul ola, muratlarınız hasıl ola, Muhammed Ali ehlibeyt katarından, didarından ayırmaya…
Adlarını zikrettiğimiz 12 İmamların himmeti üzerinizde ola.
Diliniz dert görmeye.
Dil bizden, nefes Hz. Hünkar’dan ola… Gerçeğe hu…”
Hayır duası olan “Alkış”ın tezatı olan beddua da şamanlarda “kargış” olarak anılırdı.
Gülbangların kökeni ile ilgili en önemli veri şüphesiz dilleri. Aleviler yaşadıkları olayların etkisiyle hangi kimliğe bürünmüş olurlarsa olsunlar gülbangların dillerini hiç değiştirmemişlerdir; bu dualar daima Türkçe’dir.

Yorum Gönder

0 Yorumlar