Subscribe Us

header ads

14 | Erime Noktası ‘Büyük Kaçkunluk’

Erime noktası ‘büyük kaçkunluk’
Aleviler, Celali Ayaklanmalarından sonra başlayan kitlesel kıyımlardan kurtulmak için çifti çubuğu terk edip dağ kuytularına, ormanlara ve Kürt bölgelerine gizlendiler. Böylece inançlarını bugüne kadar yaşatabildiler
Celali ayaklanmalarının önderlerinden Köroğlu’nun hikayesi Ozanlar tarafından, halk edebiyatının en güzel eserlerinden birine dönüştürüldü. Anadolu’da Alevi lidelerin başlattığı Türkmen ayaklanmaları, Kanuni Sultan Süleyman döneminde farklı bir kimlik kazandı. Yoksul köylüler ile Haçova zaferinden sonra dirlikleri kesilen askerler ve Türkmen beylerininin sıkıntı ve beklentileri farklılık gösterse de hepsi “yönetici zulmüne” karşı aynı cephede buluşmuştu. Hüseyin Hüsamettin, Celali Ayaklanmaları’nın bu yönüyle “milli bir tepki” özelliği gösterdiğini savunur. Anadolu köylüsünün yüzde 95’inin ayaklanmalara fiilen katılmış olması da bunu destekler.
Sus payına kandılarMaliyenin ve tımar sisteminin bozulması, toprak gelirlerinin el değiştirmesi, feodalitenin güçlenmesi, bütün vergi yükünün köylünün üzerine binmesi, savaş ganimetlerinin düşmesi gibi öncekilerle benzer iktisadi gerekçelere dayanan  Celali Ayaklanmaları’nın kırılma noktası  “Enderun’dan yetişme devşirme kadrolar”ın kendi çıkarlarını kaybetmemek için, Türk beyleriyle anlaşma yoluna gitmesi ve onları  “beylerbeyliği,” sancakbeyliği“ gibi görevlere getirerek, yani ”sisteme dahil ederek“ köylüden koparması olmuştur.
Bu ”uzlaşma“ tarihi sonuçlar doğurur. Umut bağladığı beylerce kaderine terk edilen Türkmen ahali, kendisini bir tarafı devşirme yapıya ”ümmetleşmek“, diğer tarafı ”katledilmek“ olan bir yol ağzında bulur ki, Türk kültürünün ve yakın dönem siyasi-sosyal tarihinin belirleyicisi de olan ”en kritik karar“lardan biri o anda alınır. Kimlikleri ve varlıklarını korumak için direnmeye karar veren Türkmenler dağlara, ormanlara yönelerek izlerini kaybettirirler.
Derebeylerinin yükselişi
Çaldıran savaşı esnasında ordusundaki askerler dahi tereddüt içindeyken, Kürt beylerinin Yavuz Sultan Selim’e tam destek verdiğinden bahsetmiştik. Yavuz’un bu desteğe teşekkürü devletin toprak sisteminden taviz vermek biçiminde olur. Osmanlı’nın miri toprak düzeni, Aleviler’e karşı kılıç sallayan 33 Kürt beyine özel olarak delinir. Ve bu beyler daha önce devletin olan ”toprağın sahibi“ yapılarak, Osmanlı’nın ilk derebeyleri olurlar.
Bugün Türkiye’nin, Doğu ve Güneydoğu’da hâlâ, Şafi mezhebinden olan Kürtlerin, Sünni devlet yönetimi ile Aleviler’e kılıç sallama anlaşmasının bedelini ödüyor olduğu yadsınamaz. Bölgedeki din ve toprak ağalığı düzeninin tohumları o günlere dayanır ki bu aynı zamanda halkın köleleştirilmesi sürecidir.
Kürt beylere ferman buyurduKanuni Sultan Süleyman’ın Kürt Beyleri’ne bahşedilen toprakların ”ebediyete kadar“ onları olacağını ilan ettiği ferman şöyledir: ”Kızılbaşların yenilmesinde yararlılık gösteren Kürt beylerine, gerek devlete karşı gösterdikleri öz kulluk ve dilaverlikleri karşılığı olarak ve gerek kendilerinin vaki müracaat ve istirhamları göz önüne alınarak, her birinin öteden beri ellerinde ve tasarruflarında bulunan eyalet ve kaleler, geçmiş zamanlardan beri yurtları ve ocakları olduğu gibi ayrı ayrı beratlarla ihsan edilen yerleri de kendilerine verilip, mutasarrıf oldukları eyaletleri, kaleleri, şehirleri, köyleri ve mezraları bütün mahsülleriyle oğuldan oğla intikal etmek şartıyla kendilerine temlik ve ihsan edilmiştir.
(…)Bu emir-i celile riayet edilecek hiçbir suretle üzerinde kalem oynatılmayacak hiçbir yeri değiştirilmeyecektir. Bey öldüğünde eyaleti kaldırmayıp bütün hududu ile mülkname-i Hümayun uyarınca oğlu bir ise ona kalacak, eğer müteaddid ise istekleri üzerine kale ve yerleri aralarında paylaşacaklardır. Uzlaşamazlarsa, Kürdistan beyleri nasıl münasip görürlerse öyle yapacak ve mülkiyet yolu ile bunlara ebediyete kadar ila ebeddevran mutasarrıf olacaklardır. Eğer Bey varissiz akrabasız ölmüşse o zaman eyaleti hariçten ve yabancılardan kimseye verilmeyecek Kürdistan beyleriyle görüşülüp ve ittifak edilip, onlar bölgenin beylerinden veya beyzadelerinden her kimi uygun görürlerse ona tevcih edeceklerdir.
Kürtleşme başlıyor
Bu dönemde hem Osmanlı ile Safevi arasında “tampon” olarak oluşturulan Kürt bölgesinin varlığı, hem de Şah İsmail’in ölümünden sonra İran’a sığınmanın güçleşmesi dolayısıyla sayıları ve silahlı güçleri yüksek olmadıkça Türkmenler,  Anadolu’dan çıkmak imkanı bulamamıştır.
Erzurum Defterdarı Mehmet Paşa’nın raporuna göre, Çıldır, Kars, Kağızman, Diyadin, Göle, İspir gibi bölgelere yerleşen Türkmen gruplar ücra yerlere, dağ ve tepelere, vadilere, kuytulara çekilir.
III. Murat’ın “Kürt emirleri şimdiye kadar Kızılbaşlara kılıç sallayarak Allah yolunda gaza ve cihat edegelmişlerdir. Abbas Mirza’nın etrafında toplanan şeytan tabiatlı askerler tek durmayıp muhtelif hareket ederek onun başına bela getirseler gerekür. Artık hamiyet vaktidir. İnşallah uğuru Hümayunumdaki hizmetiniz zayi olmayacaktır. Kat be kat çoğalarak inayetlerime mazhariyetiniz muhakkaktır. Din uğrunda çalışıp Kürt emirleri arasında faideli ve adı anılır olasız” çağrısı göz önünde bulundurulursa, Anadolu’da Kürtlerin yaşadığı bölgelerinde, ’köyünü, çiftini, çubuğunu bırakıp terk-i diyar eden, cilayi vatan eyleyen Türkmenler’ için güvenli bir seçenek olduğu iddia edilemez.
Bu ortamda herşeyden önce can güvenliklerini sağlamak durumunda olan Aleviler kendilerini gizlemek için Kürtçe öğrenerek, Kürtlerle birlikte yaşamaya başlarlar. “Hükümdar çıkartan Oğuzlar”dan olan Avşarlar da dahil, Halaç, Ağaçeri, Bayat, Beğdili gibi birçok boy  Kürtleşen Alevi-Türkmen boyları arasında sayılabilir.
Konuyla ilgili çalışırken bir süre bu “Kürt köyleri!”nde yaşayan Irene Melikoff gözlemlerini şöyle aktarır: “Araştırmalarım beni Kurmancı denen ve Kürtler oarak tanınan insanlar arasında kalmaya götürdü. Töreleri Orta Asya’ya kadar uzanan Türk töreleri idi. Ölümle ilgili adetler… Al inanışı… Türklerin on iki hayvanlı takvimlerine eski yeni yıl bayramları olan Hızır Bayramının kutlanması vb. Sorduğumda, kaynaklarımdan biri bana ’Soy olarak biz Kürt değiliz, fakat inançlarımız dolayısıyla eza gördük, dağlara sığındık, Kürtlere karıştık ve Kürtler olarak adlandırıldık’ dedi.”
Celali İsyanlarını takip eden kitle kıyımlarından korunmak için başlatılan “büyük kaçkunluk” veya “büyük firar”  dönemi sonunda “göze görünmez ormanlık kayalık dağ kovukları”nda, Abdülkadir Efendi’nin deyimiyle “palamut ile karın doyuracak bir yaşantı”ya başlayan Türkmenler Melikoff’un belirttiği gibi etkileşim ve müdahalelerden uzak yaşadıkları için inançlarını bugüne taşımayı başarabilmişlerdir.
Amacından sapan Celaliler Türk’ün felaketi oldu
Bolu’da Köroğlu, Ege’de Demircioğlu, Haymana’da Yazıcıoğlu, Kırşehir’de Kulaksızoğlu, Orta Anadolu’da Kiziroğlu… Kimine destan yazmışız, kimine türkü…
Sazımızla sözümüzle ya bir  “bey”e yolladıkları “selam” vardır hâlâ dilimizde, ya  “zor bey”e karşı duruşları…
Halk ozanlarına sözlü edebiyatın en güzel örneklerini verdirdiklerine göre, demek ki ikinci dönem Celali Ayaklanmaları da, sonradan amacından sapmalar görülse de çıkış noktası olarak, halkın duygu ve beklentileriyle örtüşmüştür.
Çünkü isyan edilen “bey”ler devşirme vezirlerin kontenjanından toprak gelirlerine sahip olan mültezimlerdir.
Celali Ayaklanmalarının en ünlülerinden biri olan ve Hammer’da “Osmanlı sultanlarının hukukuna bu denli bir meydan okuma görülmedi” diye tasvir edilen Karayazıcı ayaklanması sırasında yaşanan ibret verici  “Hüseyin Paşa” hadisesi, yönetici zümre ile halkın birbirine yabancılaşmasının çarpıcı örnekleri arasında sayılmalıdır.
Sivas’ta yeni sancak beyinin kendi yerine başka bir vekil tayin etmesi üzerine ayaklanan Karayazıcı’nın köylüyle birlikte sancakbeyini öldürmesiyle büyüyen olayları bastırmakla görevlendirilen Hüseyin Paşa Türk’tür.
Ve ayaklanmanın “gayrı Türk sipahi kodamanlarından, yeniçeri azmanlarından” kaynaklandığını söyleyerek “halka zulmeden ayanları”  cezalandırmış, yerlerine  “Celali” Türkmen beylerini atamıştır.
Devşirme saray erkanının bu olaydan rahatsız olarak Amasya Kalesi’ne hapsettiği Hüseyin Paşa buradan kaçıp Celalilere katılmıştır. Ancak  Celali liderlerin kendilerine  “rakip” görerek paşayı saray elçilerine teslim etmesi, Türk soylu bu paşa için korkunç sonun başlangıcı olur.
İstanbul’a getirilen Hüseyin Paşa elleri ve ayakları kırıldıktan sonra bir at üzerinde sokaklarda teşhir edilir ve odun kapısında çengele asılarak öldürülür.
Bu olay hem Celali liderlerinin kişisel çıkarlarını düşünerek hareket etmeye başlamalarını, hem de  çıkabildikleri en üst devlet kademesinde bile Türklerin sonunun zulme uğramak olduğunu gösteren vahim bir olaydır.
Ama bundan da vahimi, Hüseyin Paşa’nın yerine  “kalleş oğlu kalleş”, “uğursuz oğlu uğursuz”, “ arsız serdar”  diye anılan Arnavut devşirmesi Mehmet Paşa’nın görevlendirilmiş olması ve bir  “sancak beyliği” karşılığında, on binlerce Türk’ün kanının heba edilmiş olmasıdır.
Osmanlı sarayına giden  “Celalileri ortadan kaldırıp halkı onların soygunundan kurtarmaya görevli iken o da her tarafta sekban bölükleri zoru ile halktan ağır salmalar toplamakta, soygundan vazgeçmemekte idi. Onun için gerçek Celalinin Mehmet Paşa mı yoksa Karayazıcı mı olduğu üzerine tartışma bile yapılıyordu” şikayetleri günün Anadolu’sunu gözünde canlandırmak isteyenlere yardımcı olacaktır.
Karayazıcı Ayaklanmasını, Kalenderoğlu, Cennetoğlu, Katırcıoğlu, Gürcü Abdünnebi gibi diğerleri takip eder.

Yorum Gönder

0 Yorumlar