Subscribe Us

header ads

12 | Anadolu’nun Göbeğinde Ot Otlayan Türkmenler

Anadolu’nun göbeğinde ot otlayan Türkmenler
Devşirme tarihçiler ve siparişle fetva yayınlayan din adamlarının bütün çarpıtma gayretlerine rağmen, Kanuni döneminde hazırlanan resmi rapor, ayaklanan Türkmenlerin yokluktan “ot otlamaya” başladığını gösteriyordu.
Alevi Türkmenler geleneksel Türk giyim tarzını benimsemişlerdi. Huzura böyle çıktığı için öldürülen elçiler oldu.
Anadolu’da Alevi Türkmen babaları / dedeleri / şeyhlerinin öncülüğünde gelişen ayaklanmaların 16. yüzyılın ikinci yarısına kadar mezhebe değil büyük ölçüde iktisadi nedenlere ve Türkler üzerindeki idari baskıya dayandığını belirttik.
Hüsnü Merdanoğlu, “Kemalizm ile Bütünleşen Alevilik” adlı kitabında, Türkmen ayaklanmalarının Çaldıran Savaşı öncesinden başlayıp Kanuni yönetimine uzanan dönemini şöyle yorumlar:
“O günler; kendi öz kültürleri doğrultusunda yaşamak isteyen insanların, türlü çeşitli iftiralarla çürütülmek üzere zindanlara dolduruldukları, ya da Kızılırmak’a atılarak boğuldukları, köylünün elinde avucunda ne varsa el konulduğu, kadınların kızların zorla evlerinden alınarak sürüklenip götürüldüğü, Ebusuud fetvaları ile inanç değiştirilmeye zorlandığı, Mert olanların töre inancından vazgeçmeyerek, zulme başkaldırıp ölmeyi yeğlediği, dönek ve korkak olanların teslimiyetçi bir tutum içinde korkakça yaşamayı yeğledi günlerdir. (…) Bu koşullar altında ili dağıtılan, beylikleri yok edilen, sofrasındaki ekmeğine el konulan, binlerce yıldır sahip olduğu kültürüne saldırılan, kendi yurdunda köle durumuna düşürülen, ezilen, horlanan Anadolu’nun Oğuz Türk halkı bazen ayaklanmalara başvurarak kendine bir kurtuluş yolu aramıştır”
Enderun tasfiyesi
Prof. Dr. Mustafa Akdağ da aynı konuda “Anadolu halkı ile hükümet adamlarını birbirine düşüren asıl sebebin iktisadi olduğunu kabul etmekle beraber, hükümet merkezinin güttüğü yahut gütmek zorunda kaldığı iç idare siyasetinin de bunlarda bir rolü olmadığını iddia edemeyiz. Bir defa yüksek mansıplarının Türk ümera zararına olarak Enderun’dan yetişme kimselere geçmesinin ileri gelen Türkler arasında bir tepki yarattığını kati olarak kabul edebiliriz” der.
2. Beyazıt’tan itibaren “İlmiye” sınıfı dışındaki Türklerin idari sistemden uzaklaştırılmasının gözle görünür bir hal alması Hristiyan ailelerden devşirilen çocukların eğitildiği “Enderun” etkisiyledir.
Prof. Dr. Fuat Bozkurt’un “halkın yokluktan ot otladığı”na dair  “hükümet raporu” bulunduğunu aktardığı “devletin en parlak çağı”nda ortaya çıkan Türkmen ayaklanmalarına dönecek olursak;
Nur Ali Halife Ayaklanması:
Anadolu’ya Şah İsmail tarafından gönderildiği söylenir. Sultan Ahmet ile Yavuz Sultan Selim arasındaki taht kavgasını fırsat bilen Nur Ali Halife Amasya, Çorum, Sivas ve Tokat Alevilerini ayaklandırır. Destekçileri arasında Sultan Ahmet’in oğlu Murat da vardır. Bu ayaklanmaya katılanlar Solakzade Tarihi’nde “soysuz , arsız ve akılsız insanlar”  tanımlanır.
Şeyh Celal Ayaklanması:
Turhal kalesinde inzivaya çekilmiş ve halk tarafından çok sayılan bir Türkmen şeyhi olan Celal’in halkı uğradıkları haksızlıklara karşı çıkmaya çağırması üzerine Bozok Valisi Üveys Bey’in evini basmasıyla başlayan isyan kısa sürede büyür ve yayılır. Yavuz o sırada Mısır seferindedir. Rumeli Beylerbeyi Hırvat kökenli Ferhat Paşa isyanı bastırmakla görevlendirilir. Ancak Dulkadirli Maraş Valisi Şehsuvaroğlu Ali Bey ondan önce yetişir ve Şeyh Celal’in başını keserek İstanbul’a gönderir.
Bu ayaklanmanın ve sonucunun yarattığı yankı dolayısıyla sonraki isyanlar aynı karakteri taşımasalar da “Celali İsyanları” olarak anılır.
Bu olaydan dolayı taltif edilen Ali Bey’in, kısa süre sonra beş oğlu ile birlikte Ferhat Paşa tarafından katledilmiş olması dikkat çekicidir.
Baba Zünnun Ayaklanması:
Keyfi vergi artırımlarına itiraz üzerine çıkan bu ayaklanmada, il yazıcısının istediği bedelin fazla olduğunu söyleyen Süklün Koca’nın saçının ve sakalının kesilerek, bir merkep üzerinde dolaştırılmasına tepki olarak başlar.
Kalender Çelebi Ayaklanması:Peçevi, Hacı Bektaş postnişinlerinden olan Kalender Çelebi’nin, Kadıncık Ana’nın oğlu Hanin Efendi’nin soyundan olduğunu kaydeder. “Uryan ve puryan” olan Türkmenlerin büyük ayaklanmalarından birinin daha da yayılmasını önlemek için Dulkadır oymaklarından Karaçalu ve Dokuz Boy beylerine tımarlarının geri verileceği ve yolsuzlukların giderileceği sözü verilir. İsyan gerekçelerinin ortadan kalkacağına inanan Türkmenler, özellikle toprak sahibi boy beyleri Kalender Çelebi’yi yalnız bırakır. Bu ayaklanma Çelebi’nin öldürülmesiyle sona erer.
Kesilen başlardan kubbe
Osmanlı’nın üç kıtaya yayıldığı ve zirvede olduğu dönem boyunca, Anadolu’da gerçek manasıyla egemenlik kuramamış olmasının sosyo-psikolojik sonuçları hala gerçek manada analiz edilememiştir. Oysa “kesilen başlarından kubbeler yapılan” Anadolu Türkmenlerinin günümüzde de hala “kilit makamlar”dan sistemli olarak “el çektirilen” kesimi temsil etmesi Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğinde belirleyici olacak en önemli meseledir. Kaldı ki Alevi ayaklanmaları bastırıldıktan ve Alevi nüfusu büyük oranda dağıtıldıktan sonra da, Osmanlı’nın kurduğu düzene karşı başkadırılar devam etmiştir. Yarın değineceğimiz ve ilk Celali İsyanları’ndan ayrı bir konumu olan  “Büyük Celali Kavgası” buna en güzel örnektir.
Gizli imha fermanları
Türklerin yok edilmesini öngören devşirme uygulamaları, bunun başarılamadığı yerlerde onları terörize etmeye, yine bugün “Türküm” diyen insanlara karşı yürütülen psikolojik savaşta olduğu gibi onları ötekileştirmeye ve marjinalleştirmeye dönük olmuştur.
Dönemin en önemli vak’alarından biri saraydan yerel yöneticilere iletilen  “gizli imha”  emirleridir.
Amasya Beyi’ne gönderilen “…toprak kadısı marifetiyle mezkurları hüsnü tedarik ile getürüb dahi kimseye ifşa eylemadiyen elaltından Kızılırmağa iletüb iğrak eyleyesin. Veyahud münasip görüldüğü üzere hırsızluk ve haramilik eyledüler deyu iddia eyleyüb haklarından gelesin.”  Emri, Türkmenlerin hangi yöntemlerle “çeteci, yağmacı” ilan edildiğine misaldir.
Osmanlı Mühime Defterleri çok sayıda Bey ve Beylerbeybeyine gönderilen benzer fermanlarla doludur. Bunlar tarih ve sayıları belli resmi yazışmalardır ve bugün de devletin resmi arşivlerinde tutulmaktadır.
Osmanlı da dahil Türklerin kurdukları devletlerde uzun dönem  “mezhep ayrılığı”nın “sorun” teşkil etmediğini göstermesi açısından Kanuni döneminde  Sünni Osmanlılara sığınan Şii Ulema Han’ın, “tarafsız politikalarından hoşlanılmayan!”  Şeref Han’ın yerine, Kürdistan Eyaleti Valiliğine atanması önemlidir.
Yine Kanuni’nin “babası” Yavuz Sultan Selim’in Kızılbaş elçilerin öldürülmesi, Şah İsmail’in karısının evlendirilmesi gibi kararlarını sorguladığı ve “bir imansıza iltifat gösterdiği” gerekçesiyle eleştirilmesine rağmen Şah Tahmasb’ın kardeşi Elkas Mirza’yı, “Biz devletin sanı ve haysiyeti neyi gerektiriyorsa onu yaptık. Eğer ortada bir hainlik varsa, onun cezasını Cenabı hakka havale ederiz.”  Diyerek Osmanlı Sarayında en üst düzeyde ağırladığı bilinmektedir.
Din ile isyanların aynı zemine oturtulma çabası
Sosyo-ekonomik patlamalar olan Alevi Türkmen ayaklanmalarının din zeminine oturtulmasında, Türk olmayan veya olduğu halde “Türk’üm” demeye utanan saray tarihçileri dışında, en fecisini Çaldıran’da gördüğümüz gibi “fetvalar”, dolayısıyla “din adamları” başrolde yer almıştır.
Yukarıda andığımız olaylardan Nur Ali Halife olayı Hoca Saadettin Efendi’nin anlatımına kalırsa şöyle olmuştur:
“… çirkin Kızılbaş katından halife sıfatıyla geli, Rum ülkesinde oturan Türkmenlerden ölümü hiçe sayan yoldaşlar derleyen Nur Ali Halife adındaki sonu sapkınlık olan aşağılık… Kızılbaş ise Tokat’a gelüb ol uc üzerinde nice fitne tohumları saçtı. Çünkü ol tarafın Türk’ü Kızılbaş’a tutkun idiler. Ülke halkından çok sapkın ol kötü görüşlere katılarak bakımlı memleketi ayaklar altında çiğnediler.”
Öldürülmesi helaldir
Yine Hoca Saadettin Yavuz’un politikasını eleştiren Kanuni’ye Hasan Can’ın verdiği   “Şah’ın has haremi neyle oluşmuşturki başkasına eş olarak verilmesi töreye aykırı düşer” cevabını, Alevi aile yaşantısını hiçe saydığı için büyük bir coşkuyla aktarmıştır. Görüldüğü gibi bir Alevi Türkmenlerinin evlilikleri dahi meşru sayılmamış ve Hoca Saadettin kafasındaki “bilgin!”ler, kendilerini onların kadınları üzerinde doğal hak sahibi görmüşlerdir.
Bugün yaşıyor olsalar, Türkmen kıyımlarından dolayı hesap vermesi gerekenler listesinin başında kuşkusuz Şeyhülislam Ebusuud Efendi gelir. Her bir fetvası bir “katliam emri” gibi olan Ebussud 1548’de şöyle buyurur: “Kızılbaşların öldürülmeleri elbette dinimize göre helaldir. Bu en büyük kutsal savaştır. Bu yolda ölmek de şehitliğin en ulusudur…
Kızılbaşların öldürülmeleri diğer  kafirlerin öldürülmelerinden daha önemlidir…”
Üç farklı inanç
Aynı şahıs  “Kızılbaşlar İslam sultanına isyan ettikleri için mi öldürülürler yoksa başka sebepleri var mıdır” sorusuna,  “Bunlar hem sultana isyan ederler, hem de dinsizdirler” diyerek, ayaklanmaların gerçek nedenlerini saptırmaya çalışmıştır.
Kızılbaşlarla birlikte isyan ettikleri için yakalananlardan bazılarının Ermeni çıkması halinde ne yapılacağı konusundaki bir soruyu da Ebusuud  “Ermeniler kurtulurlar” diye cevaplamıştır. Görüldüğü gibi Alevilerle ilgili temel rahatsızlık onların devletin kurucu unsuru olan Türk kimliğine sahip olmalarıdır.
Bu Türklerin, Mısır seferinden sonra medrese çevresinde oluşacak  “yabancı din adamı” etkisine girmemeleri, toplumdan uzak yaşamalarından başka, bu eğitimin Türkçe olmamasıyla da ilgilidir. Safevi Devleti’nin de aynı etkiye girdiği bu dönemde yeni bir Osmanlı Sünniliği tesis edildiği gibi, yeni bir Safevi Şiiliği de tesis edilir ki bu Anadolu Türkmenlerinin sahip olduğu ve bugüne ulaştırdığı Alevi inanç felsefesinden çok farklı bir gelişim sürecinden geçer.

Yorum Gönder

0 Yorumlar