Subscribe Us

header ads

Tarih Haykırıyor, Düşmanı Uzakta Aramayın

İttihat ve Terakkinin bir numaralı adamı olan Enver Paşaya bağlı olan Teşkilat-ı Mahsusa elemanları,o zamanlar Osmanlı toprağı olan Şamdaki Fransız Konsolosluğunu bastığında son derece önemli belgeler ele geçirdiler.(Bu elemanlardan birisi Mebruke Hanımdı)Bu önemli belgelerde İngiliz ve Fransızlar tarafından satın alınan ve desteklenen işbirlikçi Osmanlı mebuslarının ve aşiret ağalarının isimleri vardı.Bu işbirlikçilerinin hangi Batılı ajanlarla işbirliği halinde olduğuda   bu belgelerde mevcuttu.Bu belgelerden elde edilen bir diğer bilgi ise Arapların kurduğu ve İngilizler tarafından  desteklenen Arap milliyetçisi El Eha-ül Arabi adlı örgütün kurucularının isimleri idi.İşin ilginç yanı bu Arap örgütünün  kurucuları Osmanlı Mebusan Meclisinin Şam mebusları Şefik El Müeyyet ile Nedret-ül Madrandı.Şimdi dikkat ;bu Madran isimli şahıs geleceğin Suriye Başbakanı oldu.Örgütün merkez üssü ise İstanbul/ Büyükadada bulunan,Rum Milletvekili Kozmidi Efendinin köşkü.
Devam edelim;
Birinci Meşrutiyette Osmanlı Parlamentosunun yarısından fazlası gayri-Türklerden (Rum,Bulgar,Romen,Ermeni,Yahudi, Sırp) oluşuyordu.Bu mebuslardan, Ermeni Patrik Narses Ruslara başvurarak doğuda bir Ermenistan kurulmasını istemişti.  1908de toplanan Osmanlı Meclisinde de değişen bir durum olmamıştı,266 mebustan yalnızca 137si Türktü. Osmanlı Devletine Balkanlarda baş kaldıran Makedon çete lideri Sandansky,Sason isyanı tertipçileri Ermeni Komitası Reisi Hamporsam Boyacıyan ve Damadyan Kozan mebusu,Hasan Rıza Paşaya kalleşlik yapan ve sonradan II.Abdülhamidin tahttan hallini bildiren heyette bulunan Arnavut Esat Toptani Draç mebusu olarak meclise girdi.
Aynı zamanda,Ruslarla beraber Vanı işgal eden Ermeni komitalarının reisleri Ohannes,Pastırmacıyan ve Papazyan Efendiler,Bulgar milliyetçisi Dalçof,Atina Üniversitesinde tarih hocalığı yapan Rum milliyetçisi Karolidi,daha sonra Lozan Konferansında Türk heyetinin karşısına Ermeni tezleri savunucusu olarak çıkacak olan Gabriel Noradongiyanda meclise milletvekili olarak girmişti.Narodongiyan aynı zamanda Osmanlının Hariciye Bakanlığını da (Dışişleri Bakanlığı) yaptı.Garabete bakar mısınız?
Birde Osmanlı topraklarında kurulan misyoner okullarına bakalım.Çünkü bu okullar ele aldığımız konu ile yakından ilgili.Lütfen okumaya devam ediniz.
Özellikle Amerikalılar Anadoluda azınlıkların yoğun olduğu yerlerde bir çok misyoner okulu kurdular.Başlıca amaç; istihbarat ,azınlıklara milliyetçilik şuuru aşılayarak isyan etmelerini sağlamak,bölgede destabilizasyon (istikrarsızlaştırma) oluşturmak,ileride oluşacak kendi güdümlerindeki bağımsızlık hareketlerine zemin hazırlamak ve kendi vesayetleri altında sömürecek kukla devletler oluşturmaktı.Günümüzde Türkiye üzerine oynanan senaryoların tohumları bu yıllarda atılmaya başlanmıştı.Sivas,Tokat,Amasya,Şebinkarahisar,Kayseri ,Adana,Diyarbakır,Harput,
Malatya,Mersin,Mardin,Urfa,Trabzon,Erzurum,Mezifon,Antep şehirlerimizde misyoner okulları açıldı.Daha sonra çıkarılacak olan Kürt isyanlarına zemin hazırlayanlar bahsedilen okullarda öğretim görevlisi sıfatı ile çalışan Amerikalı ve Batılı istihbarat elemanları idi.
Mesela Amerikalılar tarafından kurulan Robert Kolejden mezun olan Bulgar öğrencilerden beşi daha sonra Osmanlıya  karşı Balkanlarda Bulgar milliyetçi çetelerini organize eden ve başbakanlık yapmış olan şahıslardır.(Geşov,Panaretov, Stoilov,Slaveikov,Tapçileştov ) Bulgarların ilk anayasasını da hazırlayan Amerikanın İstanbul Konsolosu Eugene Schuyler dir.Ayrıca Amerikalılar Bulgar   milliyetçi şuurunu geliştirmek ve yaymak için bir çok kitap ve derginin basımını yapmışlar,finanse etmişlerdir. Robert Kolej aynı zamanda Amerikalılara istihbarat bilgileri temin etmesi bakımından da büyük bir işleve sahipti. II.Abdülhamit zamanında kurulan Aşiret Mekteplerinin amacı,Hamidiye Alaylarını oluşturan aşiretlerin ağalarının ve Arap şeyhlerinin çocuklarının tahsillerini sağlamaktı.İstanbulda bulunan Aşiret Mekteplerinden mezun olan bu ağa/şeyh çocukları ileride İngilizlerle işbirliğine girerek , Osmanlıya isyan etti.Ayrıca bir çok aşiret ağası çocuğu İngilizler tarafından İngilteredeki okullarda okutuldu ve Türklere karşı kullanıldı. ( Örnek; Bedirhanlar)  Amaçlardan birisi ise şu idi; doğudaki aşiretlerde var olmayan entellektüel bir sınıf oluşturmak. Kitleleri peşinden sürükleyecek ve bağımsız bir devlet kurmaya yönelik yetişmiş lider/düşünce kadrosu oluşturmak.Tabi ki kendilerinin kontrolünde olmak şartı ile. Çok uzun yazdığımın farkındayım. Bitiriyorum.Yukarıdaki yazdıklarımdan yola çıkarak;
1.)Şu anki meclisimizi oluşturan kişilerin etnik kökenine ve yaptıklarına baktığımızda,Osmanlı Mebusan Meclisinden farklı olmadığını görüyoruz.Terör örgütü ile içli dışlı olanlar çıkarsa hiç şaşırmamak gerekir.
2.)Misyoner okullarının ve aşiret okullarının işlevini ve görevini bugün tarikat ve cemaat okulları almıştır.Kürt Sait , Türk  soyluların hakim olduğu bölgelerde Türk milli reflekslerini köreltmek ve Türk soy şuurunu mefluç hale getirmek için  ümmetçilikten dem vurmuş,doğu illerinde ise kürtçülük yapmıştır.Şimdi bu misyonu planlı, programlı ve organize bir şekilde cemaat okulları deruhte ediyor.
3.)Amerikalıların yıllarca önce,Osmanlıya karşı, Balkan uluslarında milliyetçilik şuuru oluşturmak için dergi ve kitaplar  yayımlıyor ve dağıtıyordu. Günümüzde ise işbirlikçi basın,medya ve satılık kalemler içimizdeki sözde vatandaşları bilinçlendirmek için bunu sinsice yapıyor.
Ayrıca;
Bize dikte edilmeye çalışılan, Maastrichtve Kopenhag kriterleri,IMF politikaları; Baltalimanı (1838) Berlin (1878)  ,Paris (1856) ve Sevr (1920) Antlaşmalarının günümüzdeki hain versiyonlarıdır.
Hazin bir hatıra;
Ahmet Vefik Paşa (1823-1891) Bursa Valisi (1880) iken ilçeleri teftişe çıkar. Bursa o zaman imparatorluğun türlü yörelerinden gelmiş olan göçmenlerin iskan edildiği bir bölgedir. Paşa uğradığı bir ilçede, halkla sohbet ederken, etnik köklerini soruyor, aldığı cevaplar, konuştuklarının Çerkez, Arnavut, Boşnak, Gürcü, vb. olduklarını gösteriyor. Sorduğu soruya utanarak, cevap vermek istemeyen bir ihtiyara, üsteleyerek, ‘hangi milletten’ olduğunu ısrarla söyletmek isteyince, o, bir kabahat ifşa edermiş gibi ürkek, titrek bir sesle, “Ben Türküm efendim,” diyor. Bunun üzerine paşa, “Niçin sıkılıyor, saklıyorsun? Türk olmak kabahat mi? Bak ben de Türküm!..” diyor. O titrek ihtiyar birden canlanarak, “Sahi sen de Türk müsün? Demek Türkten paşa çıkabiliyormuş ha!..” diye sevinçle karışık bir hayret ifade edince, Vefik Paşa, “Paşa da kim oluyormuş! Padişah da Türk, padişah!” diye haykırıyor. Sonra, İmparatorluğun iki dertli ihtiyarı, sakallarını ıslatan yaşlar birbirine karışarak, sarılıp, Türkün hazin kaderi için ağlaşıyorlar.
Ve Başbuğ diyor ki;
“Şair Mehmet Emin Yurdakul’un ilk defa, Manastır Askeri İdadisi’nde öğrenci iken okuduğum, “Ben bir Türküm, dinim,   cinsim uludur” mısraı ile başlayan manzumesinde, bana ilk gençliğimin gururunu tattıran, ilk manayı bulmuştum. Fakat ben asıl, orduya ilk katıldığım günlerde, bir Arap binbaşının ‘Kavm-ı Necip evladına sen nasıl kötü muamele yaparsın’ diye tokatladığı bir Anadolu çocuğunun iki damla gözyaşında Türklük şuuruna erdim. Onda gördüm ve  kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük benim derin kaynağım, en derin övünç menbaım oldu… Benim hayatta yegânefahrim, servetim, Türklükten başka bir şey değildir.”