Subscribe Us

header ads

19 | Cumhuriyet, Anadolu’nun Saklı Kalan Özgeçmişiydi

Cumhuriyet, Anadolu’nun saklı kalan özgeçmişiydi
Mustafa Kemal, Samsun’a çıkışından Ankara’ya ayak bastığı güne değin, Milli Mücadele hazırlıklarını, Türkmen direnişinin öncüleri olan Alevilerle dolu şehirlerde yürüttü ve onlardan “koşulsuz” destek gördü
Ankara’ya gelişinde Atatürk’ü karşılayan Ahilerin Seğmen Alayı’nın Cumhuriyet Bayramı temsili tören geçişi.
Mustafa Kemal Milli Mücadele’yi fiili olarak başlattığında, hakkında idam fermanı çıkarılmış “eski” bir subaydan başka bir şey değildi, ona destek olan veya olmayı aklından geçirenlerin, işgalcilerle işbirliğine hazırlanan İstanbul Hükümeti nazarındaki konumlarının  “konforlu” olmayacağı açıktı, “üç kıtaya hükmetmiş” koca bir imparatorluktan, “Anadolu yarım adasında kıstırılmış” aciz bir “av”  görünümüne gerilenmişti… Ümitsizlik o derecedeydi ki,  “bağımsızlık” savaşına girişmek için yola çıkanlar dahi “manda”yı bir  “çözüm yolu”  olarak kabule hazırdı; iş ki şartlarında anlaşılabilsin!..
İstanbul’un ummadığı taş
İşte bu ortamda, önceki Türkmen ayaklanmaları sırasında, saray tarihçilerinin kendilerini tarif biçimi ile “uryan ve puryan” (çırılçıplak) olan kitlelerin yaptıklarına bakanlar, kuşkusuz “boylarından büyük” işlere kalkıştıklarını düşünmüş ve endişeye gerek duymamışlardı.
Ali Baba adındaki bir Alevi, 25 Mayıs 1919’da, Milli Mücadele’nin yol haritasını çıkarmak üzere “karargah” olarak seçtiği Havza’ya gelen Mustafa Kemal’i, “Mesudiye” adlı otelinde ağırlıyor ve “Paşa”nın güvenliği için otele başka konuk almıyordu… (Bu otel, kurtuluşun kilometre taşları olan Amasya, Sivas, Erzurum, Ankara adları verilen odalarıyla “Gazi Evi Müzesi” ne dönüştürüldü.)
12 Haziran’a kadar Havza’da kalan Mustafa Kemal, ilk defa 26 Haziran 1919’da geldiği Tokat’ta da yine bir Alevi olan Rıfat Efendi’nin misafiri oluyordu. Buradan Sivas’la kurduğu temasın duyulmaması için, postaneyi denetim altına alanlar da Bektaşiler’di.
Tokat’tan anlamlı destek
Gazeteci Ruşen Eşref’in anlatımıyla  “O, Bolu beylerine isyan etmiş Köroğlu değildi” ama “Millet adına dünyaya meydan okuyan ’Heyet-i Temsiliye Reisi’Mustafa Kemal’di.”
Ve kurtuluş yolunun henüz başında en anlamlı desteği Tokat’ta, eski, yıpranmış üniformaları ile, bir binbaşı komutasında kendisini bekleyen 19 nefer ve bir çavuştan alıyordu.
Mustafa Kemal’in Tokat’tan Konya’daki 2. Ordu Müfettişliği’ne gönderdiği ve Genelkurmay Başkanlığı’nca yayınlanan ve tam bir  “güven”  beratı sayılabilecek tarihi telgrafı şöyleydi:
“Tokat ve havalisinin İslam nüfusunun yüzde seksenini ve Amasya havalisinin de mühim bir kısmını Alevi mezhebinden olanlar teşkil ediyorlar ve Kırşehir’de baba Efendi hazretlerine fevkalade bağlı bulunuyorlar.
Vatanın ve milli istiklalin bugünkü tehlikesini bilfiil görmekte olan müşarünileyhin kanaatı hazırası şüphe yoktur, buna pek müsaittir. Binaeanaleyh söz sahibi ve emniyetli bazı zevatı görüştürerek, kendilerince muvafık görülecek Müdafaa-i Hukuku Milliye ve Reddi İlhak cemiyetlerini takiye edecek surette birkaç mektup yazdırılarak, bu havalideki Alevi nüfuzlularına dağıtmak üzere Sivas’a gönderilmesini pek faydalı telakki ediyorum…”
Hacı Bektaş ziyareti
Ve  “Cumhuriyet” kelimesinin ilk defa dile geldiği Hacı Bektaş…
Mustafa Kemal, Sivas Kongresi’nin ardından Ankara’ya geçerken Çelebi Cemalettin ile görüşmek üzere, Rauf Orbay, Mahzar Müfit Kansu, Hüsrev Gerede, Refik Saydam, Muzaffer Kılıç ve Muncur Kaymakam vekilinin de bulunduğu kalabalık bir heyet ile Hacı Bektaş’a geldi. O sırada rahatsız olduğu bilinen Çelebi Cemalettin Efendi’nin daha önce devletin hiçbir resmi görevlisine göstermediği ilgiyi, artık hiçbir resmi sıfatı bulunmayan Mustafa Kemal’e göstererek onu yolda karşılaması  “ülkü birliği”nin işaretiydi.
Geceyi Çelebi’nin evinde geçiren, ertesi gün de Dedebaba postunda oturan Salih Niyazi Baba ile dergahı ziyaret eden Mustafa Kemal burada bulunanlara bağımsızlık mücadelesini anlattı. O, 24 Aralık 1919’da Hacı Bektaş’tan ayrılırken, dergahtan çıkan bir başka kafile de, işaret ettiği yerlere ulaştırılacak giysi, yiyecek ve diğer ihtiyaçlardan oluşan yardımı taşıyordu.
Aleviler, Milli Mücadele’ye sadece lojistik desteği vermedi. Bağımsızlık için en çok feda edilmesi gereken “can”dı ve sayısız örnekte görüldüğü gibi “canlar”cepheye yürümekte tereddüt etmiyordu.
Yunanlılara karşı, Tavas’tan 200 kişilik gönüllü birliğine sahip, Teslim Tekkesi Şeyhi Mazlum Baba’nın yedek subay oğlu, Bektaşi taç ve kıyafetleriyle savaşacaktı. Yine Tahtacı ve Çepniler askeri güç olarak ön saflarda yerlerini aldı. Alevilerin cephede  “sembolleri”  ile birlikte varlık göstermesi,  “milli kimlik” mücadelesi olarak idraklerinin en önemli delilleridir.
Anadolu ihtilali
Falih Rıfkı, Milli Mücadele’yi anlatırken  “Anadolu İhtilali” ifadesini kullanır.
İşgal güçlerinin “bir mezbeleden, bir viraneden başka bir şey olmayan Ankara”nın başarısına ihtimal vermedikleri için, neticesini idrak ve kabulde epey zorlandıkları bu “ihtilal”, gizli saklı değil, Atatürk’ün 27 Aralık 919 günü Ankara’ya gelişi sırasında, coşkuyla ilan edilir. Ankara ve civarındaki Türkmenler Mustafa Kemal için  “Seğmen Alayı” düzerek; hedefin adını koymuş olurlar. Çünkü Türk geleneğine göre Seğmen Alayı  “yeni devleti kuracak reisi seçmek üzere düzülür”.
Bu eski Oğuz töresi, Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonra sadece üç defa uygulanır. İlkinde “atlı seğmen alayları önünde, bir torbadan çocuğa ok çektiren”  Selçuk’un “Han”lığı… İkincisi, bir ak keçeye oturtulup dokuz defa havaya kaldırılarak, kımız eşliğinde and içen Osman’ın “Bey”liği… Ve sonuncusu da, Orta Asya’da otağ önüne dikilen tuğ gibi, Efeler kahvesine sancak dikilerek müjdelenen  “Mustafa Kemal’in reisliği” ve kuracağı yeni devlet onuruna…
Bu milli galeyanın sadece düşmana karşı olmadığını İsmail Habib Sevük Yenigün’de yazdığı 1922 tarihli makalesinde şöyle özetler: “Şüphesiz kıyam ettikten sonra ilk gayemiz düşmanı tepelemekti, fakat en büyük gayemiz bu değildi… Sevr muahedesini yırtmaktan da büyük olan bu gaye nedir? Bu milletin kendi kendisine sahip olmasıdır…”
İhtilali yapan Anadolu’nun sesine kulak verildiğinde oradan yüz yıldır yükselen şu çığlık duyulur:
Yürü bre Hızır Paşa / Senin de çarkın kırılır / Güvendiğin padişahın / O da bir gün devrilir.
(Pir Sultan Abdal)
Ne mutlu Türküm diyene
Atatürk’ün,  “Biz Türkler, bütün tarih-i hayatımızca hürriyet ve istiklale timsal olmuş bir milletiz! Kıymetsiz hayatlarını iki buçuk gün fazla, sefilane sürükleyebilmek için, her türlü mezelleti mübah gören halifeler oyununu da sahneden kaldırabildiğimizi gösterdik…”  sözlerinin, Çetin Yetkin’in ifadesiyle  “Etrak-ı bi idrak” ken, “Ne Mutlu Türküm Diyene” diye haykırma özgürlüğünü elde eden Aleviler’deki karşılığını anlamak zor olmasa gerektir.
İmparatorluk düzeninde  “Türk”ün yerini düşünce, Anadolu’nun, kimliğini bastırmaya zorlanan, ezilen, horlanan insanlarının beklentisinin adından ibaret olan Cumhuriyet’in özgeçmişi olduğunu görmemek imkansızdır. Milli Mücadele, Anadolu Türkmenlerinin tarihi referanslarını utandırmayacak biçimde davranmasıdır.
Cumhuriyet’in ilk defa dile geldiği an
Yıllar sonra ortaya çıkar ki “Cumhuriyet”in ilk defa telaffuz edilişi de, Mustafa Kemal’in Ankara yolundayken yaptığı Hacı Bektaş ziyareti sırasında olmuştur.
Çelebi Cemalettin’in kardeşi olan Veliyeddin Çelebi abisinin “sırrını” şöyle aktarır:
“Baş başa konuşmalarının bir yerinde Cemalettin Çelebi, Mustafa Kemal Paşa’ya, ”Paşa Hazretleri“ diyor, cesaretli ve basiretli idarenizde Türk Milletinin düşmanı kahredeceğine inancım sonsuz.
Yüce Allah’ın milletimize müyesser edeceği zaferden sonra Cumhuriyet ilanını düşünüyor musunuz?
Çelebinin Cumhuriyet kelimesini böyle açık yürekle söylemesi üzerine, Mustafa Kemal Paşa heyecan ve dikkatle Cemalettin Çelebi’nin gözlerine bakıyor, biraz daha yaklaşıyor, onun elini avucunun içine alıyor, kulağına fısıldar gibi yavaş fakat kararlı bir sesle:
”O mutlu günü ilan edene kadar aramızda kalmak kaydıyla evet Çelebi Efendi Hazretleri“ diyor.
Çelebi’nin gizli tutacağına söz verdiği bu sırrı ölüm döşeğinde kardeşi ile paylaşmış olması, Aleviler’i milli mücadelenin içinde tutmanın zaruretine dikkat çekmek için olsa gerektir…

Yorum Gönder

0 Yorumlar