Zaman zaman içinde, yeni zaman eski zaman içinde; es ki zaman yeni zaman içinde cinler oynarmış kubbesiz hamam içinde, pireler cirit atmış tozlu saman içinde derken bir ihtiyar kopup gelmiş cümle Oğuzun içinde, adına Dedem Korkut demişler.
Dedem Korkut, senin benim, ak saçlı aksakallı dedemin; yüzü nurlu gözü gönlü gururlu akpak ninemin, önünde diz çöküp saygı duyduğu, el öpüp baş koyduğu her sözü bir hikmet taşıyan, her masalı günlerce gecelerce gönüllerde yaşayan bir ulu kişi imiş. Haklıya haklı haksıza haksız der imiş. Güçsüzü ezdirmez, yoksulu gözetip yurdun dirliğini düzenini bozana, törelere uymayana Bey de olsa paşa da olsa karşı dururmuş.
Dedem Korkut böyle güvenilir, böyle inanılır bir er kişiymiş de, Dedem Korkutun yaşadığı Oğuzeli halkı başka türlü mü imiş diyeceksiniz? Olmaz olur mu? Her memlekette okuyup yazmış takımından da okuyup yazamamış takımından da kendini bilmez kişiler bulunur her vakit.
Oğuzeli büyük geniş kocaman, ama sizin bildiğiniz büyüklükten daha büyük, sizin bildiğiniz genişlikten daha geniş, kocamanın da kocamanı bir ülke olduğu için az da olsa böyle kendini bilmez yahut da kendine çok güvendiği için yurduna ulusuna yararı yerine zararı dokunan kimseler var imiş. Bunlardan biri de, Oğuzeli içinde yiğitliğiyle nam salmış adına Duha Kocaoğlu Deli Dumrul, karşı yatan kara dağlar kadar heybetli, salkım salkım dallarını sarkıtan akça söğüt gibi görkemli ve bin atın bir olup çekemediği, çekip getiremediği yükleri sırça parmağıyla oynatacak kadar kuvvetliymiş. Bunları bildiği için de gururlanıp duruyormuş.
«Ben» diyormuş da başka bir şey demiyormuş; «Ben» den başka ağzından bir lâf çıkmıyormuş. Astığı astık, kestiği kes tik imiş; elinden eleman demeyen, dilinden kurtulup aman dilemeyen kimse yok imiş.
Bir gün kocaman Oğuzelinin genci ihtiyarı, sağlamı, sakatı, bütün yoğu varı toplanıp Dedem Korkuta varmış. “Ne varsa sende var, bizi kurtarırsan sen kurtarırsın. Yoksa bu deli Dumrul’un elinde bir can vermediğimiz kaldı; var git şu deliye öğüt ver yoksa evimiz ocağımız yıkılacak, yurdumuz yuvamız yanacak, bir can bir gömlek, yalınayak baş açık tamtakır orta yerde kalacağız.” demişler.
Dedem Korkut almış eline sakalını, bir sığamış iki sığamış olmamış; bir o yana dönmüş bakmış kadın kızı eleman çığırıyor; bir bu yana dönmüş bakmış erkeği kızanı acısından barbar bağırıyor: «Bre bu deli bunca adamı ağlatır bir baş açık bağrı sıcak divane olmuş da Oğuzelinde kimse karşı çıkamamış mı?» diye sormuş. Sonra çevre yanında tir tir titreyen yiğitlere dönüp bağırmış: «Ya siz ne güne duruyorsunuz; bir deli nice deli olursa olsun bir sıkımlık canı vardır; benlik Allaha mahsustur, bu deli Allaha da karşı gelir olmuşken siz varıp üstüne kuşça canını almazsınız» demiş.
Dedem Korkut böyle demesine demiş ya. Deli Dumrul’un korkusundan kimde can kalmış ki cevap versin; De dem Korkut’a kimse cevap verememiş. Bunun üzerine De dem Korkut sinirlenip yiğit geçinen bu gençlere kızmış tavşandan daha hızlı kaçan, dağdan dağa yel gibi uçan kıratını getirip hemen atlayıp binmiş. Binmesiyle birlikte, bir göz açıp kapayıncaya kadar kır at şaha kalkıp yelden hızlı bir dörtnalla varmış Dedem Korkut’u Deli Dumrul’un obasına ulaştırmış. Bir de ne görsün, Dumrul Koca oğlu Deli Dumrul dedikleri divâne, bütün Oğuz’un yana yakıla yaka silktiği bu densiz yiğit, kuru bir çayın üstüne bir köprü yaptırmış, yanı- başına da al sayvanlı çadırını kurdurmuş oturuyor. Ama ne oturuş ne oturuş; nasıl bir kasılma nasıl bir kasılma. Sanki küçük dağları bir yana bırakmış, büyük dağlar da ne oluyor yeryüzünü ben yarattım der gibi yan gelip yatıyor keyfin den. Duruşunda oturuşunda, burnundan bir kıl alanın bü tün ömrü bir anda gidecek gibi bir hâl var. O kuru çayın üs tündeki köprünün başında, o al sayvanlı çadırın altında Deli Dumrul’un böyle çalımlı oturmaktan da meğer bir maksadı varmış. Köprüden geçenden yüz akçe alırmış geçmeyenden
200 akçe alırmış. Yüz akçeyi verip de köprüyü geçtin ne âlâ, yok ben köprüden geçmeyeceğim yürüyüp kuru çaydan gideceğim dedin mi 200 akçeyi vermen gerekiyormuş. Deli Dumrul’un acıması yokmuş, ruhsuz kaba kuvvetine güvenerek koyduğu bu acımasız töresine uymadın mı tutar yakandan öldüresiye dövermiş; candan bezdirinceye, sopa ile ölüm korkusundan 200 akçeyi -Deli Dumrul’un kanlı avuçlarına sayıncaya kadar dövermiş. Yani sizin anlayacağınız Deli Dumrul dedikleri bu densiz, bu kendini bilmez yiğit öylesine bir Ali kıran baş kesen olmuş ki değme keyfine, dokunanın vay haline… Vay haline.
Dedem Korkutun Deli Dumrul’un obasına at tepip geldiği sırada da bir fukara çerçi para için kuru çaydan parasız geçmenin çarelerini arıyor, Deli yiğide dil döküp yalvarıyor- muş. «Ağamsın» diyormuş; «Beyimsin paşamsm: senden başka Han yok Hakan yok; benim Hanım da Hakanım da sensin, yol ver kuru çaydan geçeyim, kuşça bir canım var salıver beni, ömrüm oldukça sağlığın için yiyip içeyim» diyormuş. Gel gelelim yoksul çerçinin, kayaya gelse kayayı yumuşatacak, demire gelse demiri eğip okşayacak kadar dokunaklı olun yalvarışı Deli Dumrul’a şöyle bir dokunup geçmiyormuş bile. Üstelik kas kas gülüyor; «Akçeler» diyormuş…
«Çil çil akçeleri saymazsan vay geldi senin çerçi başına» diyormuş da başka bir şey demiyormuş.
Derken derken, Dede Korkut selâm vermiş girmiş içeri. Dedem Korkut’u bütün Oğuzeli halkı tanıyıp saydığından çerçi de hemen ayağa kalkıp diz vurmuş baş eğmiş… «Eh» di yormuş bir yandan da içinden; «Beni bu delinin elinden kur- tarsa kurtarsa Dedem Korkut kurtarır. Tanrının sevgili kullarından olmalıyım ki benim böyle bir dar günümde kopup geldi buraya, gayri bana ölüm olmaz burada» diye sevinmiş. Çerçi sevinmesine sevinmiş ya gel gelelim Deli Dumrul oralı bile olmamış. Hani o kendini beğenmiş, gücüne kuvvetine kimse karşı çıkamadığı için o mağrur hali vardı ya, işte, o
«Ben ben» olmuş da Dede Korkutu çok iyi tanıdığı halde tanımazlığa gelip yerinden bile kımıldamamış. Üstelik selâm Tanrı selâmı olduğu halde, bütün Oğuzeli’nde selâm verip Tanrı misafiri olarak çadırdan içeri giren düşman bile olsa ağırlanıp baş üstünde tutulmak törelerin en bilineni olduğu halde Deli Dumrul Dedem Korkut’a ters ters bakıp surat asmış; bununla da yetinmeyip «Bre sen kimsin, benden izinsiz buralara nasıl gelirsin» diye bağırıp kas kas kasılmış. Dedim Korkutun canı sıkılmış sıkılmasına ya, bu densiz deli yiğide iyi bir ders vermek için pek oralı olmamış. Ulu Tanrıya sığınıp «Bre deli densiz» diye Deli Dumrul’un yüzüne yüzüne kükremiş «Sen kendini yiğit sanırsın ama yiğit değilsin, bir kuru çalı senden daha yiğittir; sen kendini bunca erenlerin içinde seçilmiş bir er sanırsın ama er değilsin şu çadırı, al sayvanı senden daha erdir…
Demesine demiş, kükremesine kükremiş, dağlar taşlar da gümbürdemesine gümbürdemiş ama Dedem Korkut; Deli Dumrul tınmamış bile. Dedem Korkut bakmış ki bağırmak çağırmak da Deliyi etkilemiyor, gülmüş bu sefer; bağırmak tan çağırmaktan daha etkili bir sesle: «Evlât» demiş «Sen Benlik davasındasın, gel gelelim benlik Allaha mahsustur; Azrail senden büyüktür… Azraili unutma» demiş.
Bu söz Deli Dumrul’u ilk defa kızdırmış; «Bre Azrail de kim oluyor» diye gürlemiş; «Bu ülkede benden büyük, ben den yiğit kimse yoktur» demiş; Dedem Korkut’tan cevap beklemiş.
Dedem Korkut cevap vermeden aşağılardan bir yerler den bir ağlaşma sesi kopmuş. Meğer o günlerde kuru çayın alt yanındaki gölgesi güzel göğsü kaba ağaçlı düzlüğe, Deli Dumrul’dan izin alarak bir oba gelip konmuş. İçlerinden bir yiğit, çok yakışıklı ve güzel huylu bir delikanlı varmış; o sıra da birdenbire ölüvermez mi? Ona ağlıyorlar; «Ah Azrail, vah Azrail, nasıl kıydın bu yiğide» diye yanıp yıkılıyorlarmış. Deli Dumrul bunu duyunca büsbütün kızmış; «Vay ben varken bu ülkede kimse nasıl can alır? Vay ne biçim iş bu? Azrail benden kuvvetli olamaz, ben bu Azrail’i bir elime geçirsem de kurda kuşa yem yapsam bir, kıtır kıtır kessem bir, yerden yere çalsam bir…» diye tepinmeye başlamış. O tepinedursun dedem Korkut, durmamış orda, doğrulayıp Deli Dumrul’un babasına koşmuş. «Sizin Deli oğlunuz Oğuz’un başına belâ oldu, sizin yüzünüze kara çaldı, el gün içine çıkamaz oldunuz gel gelelim bitti artık yüzünüz yerden kalksın, oğlunuz vardı Azrail’e çattı» demiş. Bunu duyan Deli Dumrul’un anası saçını yolup yakasını yırtmış «Vay oğlum, vay aslan oğlum» diyorken, Dedem Korkut onu da susturmuş: «Bana bak kadın» demiş; «Sen anasın ana olmasına ya bu sırada oğluna arka çıkmazsan oğlunu yüzleyip şımartmazsan ona daha çok iyilik yapmış olursun» diye susturmuş. «Bu gün yarın size gelecek» diye de sözüne devam etmiş. «Sakın ola ki o zaman isteğine boyun eğip peki demeyin. Derseniz oğlunuza da yazık olur size de dedim Korkut demedi demeyin…» deyip ayrılmış. Her nedense Deli Dumrul’un karısına uğramamış, uğrayıp da Onu da önceden uyarmamış.
Dedem Korkut, Deli Dumrul’un anasıyla babasıyla konuşadursun, biz Deli Dumrul’dan haber verelim size Deli Dumrul ne yapmış ona bakalım… Oba halkını ağlar sızlar durumda bırakıp çadırına dönmüş. Dönmüş ki kılıcını kuşanıp varıp Azrail üstüne salayım, Azrail’i bölük pörçük edeyim diye. Tam kılıcını kuşanırken bir de bakmış, yüzü sarı, gözü sarı, gözbebekleri sapsarı bir kupkuru adam çağırdan içeri girmiş. Şaşırıp kalan, donmuş gibi bakıp duran Deli Dumrul’a gülümsemiş ve sapsarı dişlerinin arasından: «Beni arı yordun işte geldim, ben Azrail’im» demiş. Der demez de Deli Dumrul’un kılıcını çektiğini, delirmiş gibi üstüne atladığını görmüş ve hemen bir güvercin olup çadırın tepesindeki delik ten uçup gitmiş.
Bunun üzerine daha çok yiğitlenen Deli Dumrul, doğanını da koluna almış, atma atladığı gibi düşmüş güvercinin peşine. Düşmesine düşmüş ya hangi güvercin Azrail, hangisi değil bilememiş bir türlü. Akşama kadar birkaç güvercin avlamış, aşkam esmerliği çökünce de çadırına doğru geri dönmüş. Tam bir kaya çıkıntısını dönerken, Azrail birden karşısına çıkmış, atı Azrail’in yelinden ürküp Deli Dumrul’u yere atmış; Azrail de bunu fırsat bilip, atlamış Dumrul’un göğsüne fırlamış, canını almağa hazırlanmış. İşte o zaman olan olmuş, Deli Dumrul can korkusunun ne olduğunu anlamış «Can azizdir cümleden» diye Azrail’e yalvarmağa başlamış. «Bre Azrail aman» demiş. «Sen büyüksün şimdi anladım, ben boş bulunmuşun, cahillik etmişim, benden üstün kimse yok sanıp büyüklük taslamışım kuşça canım bağışla canımı alma» demiş. Bunun üzerine Azrail de insafa gelmiş:
«Behey deli yiğit bana değil, seni beni yaratan Ulu Tanrı’ya yalvar, ne derse o olur» diye yol göstermiş. Deli Dumrul bunu fırsat bilip Ulu Allah’a yalvarıp yakarmış demiş ki «Mademki canımı alacaksın Büyük Tanrım benim canımı sen al bu Azrail’e koma çünkü sen büyüksün» demiş. Bu içten yalvarış
Tanrı’nın hoşuna gitmiş, Deli Dumrul’un canını bağışlamış: Eğer Deli Dumrul’un yerine biri, kendi arzusu ile canını verecek olursa Deli Dumrul sağ kalacak, yok eğer kimse bu işi kabul etmezse Deli Dumrul o saatte can verecek. Bunu duyan Deli Dumrul pek sevinmiş «Eh» demiş, «Babam beni pekse verdi, varır gider elini öperim, benim yerime sen öl derim o da kabul eder» demiş.
Demesine demiş ama Deli Dumrul’un babası, Dedem Korkuttan uyarılı olduğu için oğluna yüz vermemiş. «Var git» demiş «Benden başka ne istersen iste gel gelelim canımı isteme, can cihandan azizdir sana veremem» demiş.
Deli Dumrul anasına gitmiş: «Anam babamdan çok severdi beni, elini öper canını isterim» demiş. Demesine demiş ya anası da Dedem Korkuttan uyarılı olduğu için «Hapislere girip çürüseydin, kâfirlere esir düşseydin para verir kurtarırdım, gel gelelim can cihandan aziz, benim de bir canım var senin için veremem» diye terslemiş.
Bunun üzerine canı sıkılan Deli Dumrul, biraz da korku içinde sürmüş, uzun zamandır yanına bile uğramadığı karısına gitmiş. Utanmış, sıkılmış, ihmal ettiği için karısından özür dilemiş, sonunda «Durum böyle böyle benim kurtulmam imkânsız, anam da babam da benim yerime ölmedi, gayri yalnız kalacaksın hakkını helâl et iki çocuğumu aç açık koma, el eline baktırma» demiş: Bunu söylerken de gözleri yaşarmış. Gözyaşlarını göstermemek için dönüp gitmek istemiş ama karısı onu durdurmuş: «Sen ne diyorsun Dumrulum?» demiş. «Senin o yiğit bakışların söndükten sonra benimkine yaşamak mı denir? Sensiz dünyaya dünya, sensiz obaya oba mı denir. Bir can dediğin nedir ki benim canım sana feda olun, varsın gelsin Azrail benim canımı alsın senin yakanı bıraksın» demiş.
Bunu duyan Azrail, Dumrul’un karısının canını almak için koşup gelmiş gelmesine de Deli Dumrul Azrail’i durdur mu ş «Yok» demiş. «Azrail, benim canım karımın canından daha değerli değil benimkini al yahut da bırak Tanrıma yalvarayım demiş ve Azrail’in cevabını beklemeden el açmış:
«Yücelerden yücesin kimse bilmez nicesin güzel Tanrım ben cahillik etmişim beni bağışla bundan sonra senin yolunda yurduma ve yurtluma iyilik etmek için çalışacağım bana fırsat ver» diye dua etmiş.
Bu sırada Dedem Korkut da gelip bu duaya katılmış ve Ulu Tanrı dualarını kabul etmiş Deli Dumrul yurdunun dirliği ve düzenliği uğruna didinmiş kalan ömründe; 140 yıl da ha karısı ve çocuklarıyla birlikte yaşamış. Bu masal da bura da bitmiş… Gökten üç elma düşmüş, biri benim olmuş ikisi sizin…