Subscribe Us

header ads

9 | Töremizden El Çekmeyiz

Töremizden el çekmeyiz
Kuman Kıpçak kızlarının, İskender şehre girince yüzlerini örtmek isteyenlere cevabı: Yüz örtmek adetimiz değildir. Yüzünü örten kimseler güneşi ve ayı göremez. Evet hepimiz şahın emrindeyiz, lakin törelerimizden el çekmeyiz…
Vatan uğruna kılıç kuşandılar
Uluğ Hatun Mete Han ile, Kanıkey Manas ile, Arıkan Attila’nın yanında, Bacıyan-ı Rum’a mensup Türkmen kadını uç bölgelerde en çetin mücadelelerin göbeğinde yer aldı
Alevi kadınları, Türk destan ve efsanelerinde kutsanan kadın figürünün modern zaman temsilcileri…
Osmanlı’nın “kurucuları” arasında saydığımız dört Türkmen teşkilatından biri, dün belirttiğimiz gibi Bacıyan-ı Rum yani Anadolu Bacıları adlı kadın birliğiydi.
Sosyal hayatın en önemli belirleyicisi, yasakları ve yarattığı özgürlük alanları ile “inanç” olduğuna göre, kadını hayatın her alanında erkeğin yanında ve “tamamlayıcısı” olarak tasarlayan Aleviliğin bu yönüyle de Türklerin önceki toplumsal yapısını devam ettirdiği görülür.
Kutsal misyonları vardı
Üretimin ayrılmaz parçası olan Alevi kadını savaşta da, ibadette de erkekten ayrılmaz. Alevi dedeleri kadar onların eşleri olan  “Ana”lar da saygı görür. Cem törenlerinde kadın aktif biçimde yer alır.
Aleviler üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan gazeteci Rıza Zelyut  “Alevilikten kadını soyutlarsanız, ortada ne dinsel-töresel olarak, ne de kültürel ve sanatsal olarak geriye bir şeyin kalmadığını görürsünüz” der.
Altıncı İmam Cafer’üs Sadık da “erkeklerin inançlarının değerinin kadınlara gösterdikleri sevgi oranında artacağını” savunur.
Türk Tarihini inceleyen Necdet Sevinç, Türklerde Kadın ve Aile kitabında verdiği örneklerle, kadını kutsallaştırmanın, Türk destan ve efsanelerine kadar uzanan bir geçmişi olduğunu kanıtlar.
Destan ve efsanelerde şeref, ahlak, kahramanlık ve fedakarlık sembolü olarak, “karanlıkları aydınlatan ışık manzumesi, erişilmesi, dokunulması, koklanması, beş duyu ile kavranması mümkün olmayan ilahi bir nur huzmesi, iyiliği, yiğitliği telkin eden melek” olarak tasvir edilen Türk kadını, aynı zamanda  “iyi ata binmeli, iyi kılıç kuşanmalı, iyi savaşabilmeli”dir. İslamiyet öncesi dönemde Türkler’de, erkeğin yanında görmek istediği kadın tipi budur.
Savaşçı Kanıkey
Buna en güzel örneklerden biri Manas Destanı’nda verilir. Çin seferine çıkmadan önce eşi Kanıkey’in çadırına uğrayan Manas’ın, silahlanarak savaşa hazırlanan kadınları gördüğünde hissettiği şey, gurur ve mutuluktur. Kaldı ki Manas  “memnun olmak”la yetinmemiş, Kanıkey’in desteğini pratiğe geçirmesine de izin vermiştir. Manas’ın komutanı olan Almambet, bu seferle ilgili olarak Kanıkey’in “bir gün erteleyin” tavsiyesine uymuştur.
Yaratılış’ta yaratmak ilhamını veren Akana, Dede Korkut’te Beyrek’le kıran kırana mücadeleye tutuşan Banu Çiçek, Alper Tunga da vatanını korumak için ordunun başına geçen Tomris, namus timsali Ayzıt…
İşte bu kültürel kodları taşıyan Türk tefekkürüne göre ’Hakan’ın temsilcisi olan Ay Ata göğün altıncı katındayken, ’Hatun’un temsilcisi olan Güneş Ana’nın yedinci katta bulunması kadının değeri, kutsallığı ve yüksekliğinin işaretidir.
Cemlerde olduğu gibi şaman törenleri de kadınlara açıktır. Hatta kadın Şamanların erkeklerden daha keramet sahibi olduğuna inanılır.
Devlet yöneten ‘Hatun’lar
Bu konudaki en çarpıcı bilgilerden biri İslamiyetten önceki Türk devletlerinde sadece  “Hakan buyuruyor ki…”  ifadesiyle başlan emirnamelerinin kabul görmeyişidir.
Savaş meclisinde görüşüne başvurulan Türk kadınının savaş meydanında olmaması düşünülemez, nitekim Pinçen kuşatmasında Uluğ Hatun’un Mete’nin yanında olduğu rivayet edilir.
Türkler devletlerini kadın eline emanet etmek konusunda da öncü ve eşsizdir. Delhi Sultanı Raziyye Hatun ve Mısır’da Seceret üd Dür Hatun ile başlayan kadın devlet yöneticileri arasında ilk akla gelenler Kutluk Devletinin 4. hükümdarı Türkan Hatun, ve Hurşitoğlullarının 14. hükümdarı Devlet Hatun’dur.
Ebül Gazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime’de Oğuzlarda yedi kadın beyden bahseder: Boyu uzun Burla, Barçın Salur, Şabati Hatun, Künin Körkli, Kerçe Buladı Kuğatlı Hanım…
Batılılar inanmak istemedi
İbni Batuta, 1300’lü yıllarda Türkmen kadınlarının ne kadar özgür olduklarını özellikle not düştüğüne göre, Franz Taeschner gibi, Âşık Paşazâde’nin verdiği   “Bâciyân-ı Rûm” bilgisinin, bir yazım hatasından kaynaklandığını, o günün toplumunda kadınların bir teşkilat kuramayacağını ve olsa olsa bir Hacıyan-ı Rum veya Bahşıyan-ı Rum’dan (Anadolu Hacıları ve Anadolu ruhanileri “söz edilebileceğini savunmak abestir. Tarih önyargılar üzerine yazılamaz.
Nitekim Fuad Köprülü bu teze itiraz etmiş ve Anadolu Selçukluları ve Osmanlı Devleti’nin kuruluş dönemlerinde Türkmen kadınların mensup oldukları bir teşkilâtın varlığını belirterek şu soruyu ortaya atmıştır:
”Acaba Âşık Paşazade Bâciyân-ı Rûm ismi altında uç beyliklerindeki Türkmen kabilelerin müsellah ve cengâver kadınlarını mı kasdediyor? Şimdilik akla en yakın gelen te’vil bu görünüyor“.
Kaldı ki sadece İbni Batuta değil, Niğdeli Kadı Ahmed de 1340 tarihli ”el-Veledü’ş-Şefik “ine Türkmen dervişlerin eşlerinin faaliyetlerini kaydeder. Ahmed Eflâkî, Mevlana’nın kızı Melike Hatun’un da Şems-i Tebrizi görene kadar ”bacılar“ arasında yer aldığından, Ebu’l Ferec ise Kayseri kuşatmasını anlatırken ”genç erkekler“in yanındaki ”genç kadınlar“ın esaretinden bahseder ki, Ahiyan-ı Rum’un kurucusu sayılan Fatma Bacı’yla ilgili rivayetler de bu sırada esir düştüğü yönündedir.
Türk kadınının karanlık çağı
Hz. Muhammed, peygamberliğini herkesten önce Hz. Hatice’ye açıklayarak kadına duyduğu saygıyı İslamiyet’i tebliğinin daha ilk döneminde ortaya koymuş olsa da, sonraki dönemlerde dini kuralları bahane ederek kadınların hiçbir hak ve özgürlüğe sahip olmayan ikinci sınıf insanlar olarak konumlandırılmasına 15. yüzyılın sonları, ama kesin olarak 16. yüzyıldan itibaren Türk Tarihi’nde de rastlanır. Bu tarihin aynı zamanda Türkmenlerle Osmanlı Sarayı arasındaki ”kan davası“yla çakışması manidardır.
Akıl almaz baskı gördüler
13. yüzyılda Kah derviş, kah asker, kah zanaatkar, kah ana olarak kuruluşunda sorumluluk üstlendikleri devletinin tarihin her döneminde fedakarlığı ve asaleti ile öne çıkan Türk kadınlarını bir çeşit Ahmet Altan bakışıyla algılaması ve onlara karşı şu garip ”tedbir“lere başvurması izaha muhtaçtır:
Kadınların kendi erkekleri yanlarında olsa dahi  kayıklara binmesi yasaktır… Üçüncü Osman’ın sokağa çıktığı üç gün kadınların sokağa çıkması yasaktır… Kıyafet nizamnamesine uymayanların elbiseleri kesilecektir… Terziler edepsiz elbiseler dikmeyecektir… Evlerin pencereleri tahta parmaklı kafeslerle örülecektir… Vapur ve tramvaylarda oturma yerleri perde ile ayrılacaktır…
Bu tabloya rağmen 1919’da işgali telin miitnglerinin kadınlarca örgütlendiği düşünülecek olursa bütün yok sayma ve sindirme politikalarına karşı, Türk kimliği gibi, o kimliğin oluşumuna katkısı inkar edilemez olan Türk kadının karakteri de unutturulmamıştır..
‘Anadolu Bacıları’nın eşsiz direnişi
Bacıyan-ı Rum teşkilatının kurucusu kabul edilen Fatma Bacı ile ilgili olarak günümüze ulaşan bilgi ve rivayetler çelişkilidir.
Adına ilk defa babası Şeyh Evhadu’d-Dîn Hâmid el-Kirmânî’nin, Sivas’taki halifesinin oğlu Muhammed’in yazdığı “Menâkıb-ı Şeyh Evhadü’d-din-i Kirmânî”de rastlanır. Dönemin siyasi ortamıyla uyumlu bir dilde kaleme alınan bu eserde, Fatma Bacı “Anadolu’daki siyasî olaylara karıştığı” gerekçesiyle kötülenir.
Söz konusu kaynakta “Fakiregân” denen kadın dervişlerin faaliyetlerinden söz edilmiştir.
Bunun dışında “Fatma Bacı” ile ilgili bilgi ve rivayetler çelişkilidir. Kimi kaynaklarda “Kadın Ana, Hatun Ana, Kadıncık Ana” ile aynı kişi olduğu kaydedilirken, kimi kaynaklar bunları birbirinden bağımsız kahramanlar olarak anarlar.
Gerçek olan Fatma Bacı veya Kadıncık Ana isminin temsil ettiği misyondur.
Velayetnameye göre Kadıncık Ana Hacı Bektaş-ı Veli’nin manevi mirasçısıdır ve  himmeti ona intikal etmiştir. Sorumluluk noktasında erkeklerle bir tutulan Kadıncık Ana Alevi-Bektaşi öğretisini korumuş ve yetiştirdiği dervişler, babalar ile sonraki nesillere aktarmıştır. Abdal Musa’nın yetişmesindeki rolü önemlidir. Kadıncık Ana’nın Hacı Bektaş-ı Veli ile evlendiği yolundaki ifadeler, manevi bir boyuta “yol evlatlığı” na işaret ediyor olabilir.  Ö.Lütfi Barkan da sayım sicillerinde Kız Bacı, Ahi Ana, Sağrı Hatun, Hacı Fatma, Hundi Bacı Hatun, Sume Bacı gibi dergah yöneticisi birçok kadın adı bulduğunu yazar.
Tıpkı Orta Asya bozkırlarında olduğu gibi Anadolu yaylalarında da ata binen, kılıç kuşanan bu kadınlar, dericilik, demircilik, marangozluk, çadırcılık, keçecilik, halı ve kilimcilik, oya ve dantelcilik, dokuma ve örgücülük gibi işlerde çalışmak dışında Moğol istilası sırasındaki destansı Kayseri direnişiyle de anılırlar. Bu olay esnasında erkeklerle birlikte iki aydan fazla zaman savaştıkları rivayet edilen Anadolu Bacıları’ndan esir düşenler olur. Onlar arasında tecavüze uğrayanların Kızılırmak ve Yeşilırmak’taki toplu intiharları, onur telakkilerinin destanlarda yüceltilen “kadın” figürünü hatırlatır.

Yorum Gönder

0 Yorumlar