Subscribe Us

header ads

21 | Atatürk Sevgisi Tutku Düzeyinde

Atatürk sevgisi tutku düzeyinde
Atatürk sevgisini adeta “Alevi olmanın şartı” sayan Cemal Şener’e göre, “Aleviler ile Cumhuriyet arasındaki akort ayarı”nın bozulması, çok partili siyasi hayata geçilmesinden sonra dinin siyasallaştırılmasına paralel yaşanıyor
Milli Mücadele’de aktif rol oynayan Diyap Ağa Atatürk’ün Hz. Ali’nin izlerini taşıdığını düşünüyordu
Zaman zaman etnik bölücü gruplarla yan yana getirilmek istenen Aleviler’in 1950’li yıllara kadar cenaze törenlerinde dahi Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni okuduklarını, yıllık kurbanlarını Cumhuriyet Bayramı’nda kestiklerini bilmek gerekir. Ve bilmek gerekir ki, Aleviler, devlete ve kurucusuna sevgi gösterilerini, o tarihten sonraki “cumhuriyet hükümetleri”nin baskıları sonucu bırakmak zorunda kalmışlardır.
Fitne girişimlerine rağmen cemevlerinin büyük bölümünde Hz. Ali ve Hacı Bektaş-ı Veli’nin yanında Atatürk resmi de olduğunu yazmıştık. AB’ye uyum bahanesiyle Atatürk’ün bütün kamu kurumlarından silinmeye, suç deliline dönüştürülmeye meyledildiği bir dönemde, bu, “milliyetçi” olduğu iddiasındaki çok kişi ve kurumun gösteremediği kadar net bir tavır, duruştur.
İnkar eden bizden değil
Bursa’yı ziyaretinde Atatürk’ü gören bir Alevi’nin, 1993 yılında Prof. Dr. Çetin Yetkin’e gönderdiği mektupta  “O biz Bektaşi ve Aleviler için Ali’nin ruhu tecelli etmiş bir ikinci Ali’dir…” ifadesini kullanması da gösterir ki, aralarındaki bağ kutsallaşmıştır.
Benzer biçimde Diyap Ağa, Atatürk’ün sırtında Hz. Ali’nin elinin izini ve mührünü gördüğünü düşünmekten alamamıştır kendini.
Atatürk’ün tam anlamıyla “kurtarıcı” sayıldığı, Mecitözü Kaymakamı’nın Konya Valisine gönderdiği “Alevilerin Mustafa Kemal Paşa’yı mehdi diye anmaya başladıklarını” bildiren meşhur telgrafıyla sabittir.
Veliyeddin Çelebi de Cumhuriyet’in ilanına kısa bir zaman kala (25 Nisan 1923) yayımladığı şu bildiri ile Atatürk’le birlikte hareket etmeyenleri “kendilerinden saymayacakları”nı duyurmuştur:
“Bu milleti yeniden yaratarak bağımsızlığımızı sağlayan, varlığı bütün İslam dünyasına onur kaynağı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi, Gazi namlı Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin (…) vatanın yücelmesi ve yükselmesi konusundaki her arzusunu yerine getirmek, bizlerin en birinci görevidir. Milletimizi kurtaracak, mutluluğumuzu sağlayacak, onun koruyucu düşünceleridir. Bunu inkar edenlerin bizimle asla ilgisi yoktur…”
Tekkelere ihtiyaç kalmadı
Tekke ve zaviyelerin kapatılmasının Aleviler’in Atatürk ve devrimlerine bağlılığını sarstığı savunulur. Oysa Topkapı Abdullah Baba Dergahı’ndan Yusuf Ziya Baba ve Naki Baba’nın 11 Eylül 1925’te ilan ettiği ve Nejat Birdoğan tarafından yayımlanan bildiri Atatürk varken inançlarını korumak, ilme ulaşmak için “tekkelere” ihtiyaç duymadıklarına işarettir: “İnsanlık aleminin ve Bektaşi taifesinin asırlardır halaskar (kurtarıcı) olarak beklediği Mehdi-i Sahipzaman efendimiz Hz.leri zuhur etmiştir (ortaya çıkmıştır/belirmiştir). Yüze Reis-i cumhurumuz Mustafa Kemal Paşa Hz.lerinin bedenleriyle vürud eden(gelen) halaskarın teşrifleri ile cümle alem-i İslamın ve bu arada Güruh’u Naci taifesinin canları ve malları ve huzurları tahtı emniyete (güvence altına) alınmıştır.  Ol saye-i Alilerinin ve tekkelerin sebeb-i mevcudiyeti (var olma nedenleri) ortadan kalkmıştır. Bizlere düşen , Halaskarın emr-i alilerine (yüce buyruklarına) muti olup (baş eğip) badema ilm’el dünyayı tedris eden (dünya bilimlerini okutan) Cumhuriyet’in mektebatına (okullarına) ve ol yol ile ilm-i insaniyeye vusulettir (insanlık bilimlerine ulaşmaktır).”
Alevi olmanın şartı
“Atatürk ve Aleviler” üzerine çalışan araştırmacı yazar Cemal Şener, Yeniçağ için yaptığı değerlendirmede Atatürk sevgisinin, “tutku düzeyinde” olduğuna dikkat çekerek şu çarpıcı ifadeyi kullanıyor: “Atatürk adeta Alevi olmanın şartı gibidir.”
Atatürk’ün Ankara’da Seymen Alayı’yla karşılandığını hatırlatan Şener, Aleviler ile Atatürk arasındaki ilişkinin gelişimini şöyle özetliyor:  “Mustafa Kemal, Hacıbektaş dergahına Alevilerin Kurtuluş Savaşı için desteklerini istemeğe geldiği zaman Osmanlı padişahı tarafından idam suçlusu olarak aranıyordu. Hacıbektaş dergahındaki Dede, Baba ve dergahtaki dervişler O’nu adeta kutsal kurtarıcı olarak karşılarlar , saygı, destek  ve sevgilerini sunarlar. Dergahın kasasında bulunan, 1.800 adet altın bizzat Dede ve Baba  tarafından Mustafa Kemal’e takdim edilir.
Başkan vekili Aleviydi
Atatürk  ise ilk TBMM kurulduğunda dergahın dedesi Cemalettin Efendiyi meclis başkan vekilliğine getirir. 20 Alevi milletvekili  mecliste yer alır. 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması bahane edilerek Hacıbektaş Dedesi Hamdullah Efendi, Kırşehir’de şeriat mahkemesinde 8 dede ile birlikte idam ile yargılanırken,  Atatürk dergah dedesine 1.TBMM’de 1. başkan vekilliği görevi vermiştir. Bu yaklaşım doğrultusunda Anadolu, Rumeli ve Ortadoğu’daki tüm Aleviler topyekün olarak Kurtuluş Savaşı’nın ve daha sonra da Atatürk devrimlerinin yanında yer almışlardır. Aleviler tarihlerinde ilk defa insan, yurttaş, vatandaş, eşit yurttaş olma hakkını kazanmışlardır.”
Akortun bozulmaya başlaması
Şener’e göre “Alevilerle Cumhuriyet yönetimi arasındaki akortun bozulması” ilk olarak çok partili dönemde görülüyor.  Bunu “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın siyasallaşmasına” bağlayan Şener’in konuyla ilgili tespitleri şöyle:  “Bazı siyasi partilerin seçim kazanmasının yolu Diyanet İşleri Başkanlığı’na verilen tavizlerle orantılı hale gelmiştir.
Diyanet İşleri yöneticileri, İslamın Türkçe konuşması olan Aleviliğe karşı; kör, sağır ve dilsiz davranmışlardır. Diyanet İşleri’nin bazı yöneticileri İslam olmanın yolunu Türkler’in Araplaştırılmasına endekslemişlerdir. Kendi İslam yorumları dışındaki  kesimlere  özellikle Alevilere karşı; tekci, dayatmacı, hegemonyacı, mezhepçi, inkarcı davranmışlardır. Alevilerden de  alınan vergilerden oluşan bütçeden maaş ve diğer giderlerini almışlar ama Alevilere karşı üç maymunu oynamışlardır.
”Alevi Çalıştayı“na karşı da Diyanet yöneticileri aynı çizgiyi sürdürmektedir.  Aleviler sorunlarını elbette kendi devletleri ile çözmeye çalışacaklardır. Devleti bugün temsil eden ise AKP’nin yasalara göre kurduğu Hükümettir. O halde tüm toplumsal kesimler gibi Aleviler de sorunlarını hükümet ile çözeceklerdir.”
Oyuna gelmeyecekler
Şener, Alevi Çalıştayı’na çağrılan bazı konukların “Alevilerin Atatürkçülüğünü, laikliği savunmalarını, Türk Silahlı Kuvvetlerine neden darbeci demediklerini, hatta Türkçü olmalarından duydukları rahatsızlıkları, darbeci olduklarını, benzer sosyal ve siyasal tercihlerini v.s. de sorgulamalarına” dikkat çekiyor ve Alevilerin eski bir oyunun parçası olarak Atatürk karşıtı gösterilmek istendiğini söylüyor.
Şener’in bir Alevi olarak nihai mesajı ise şu: “Aleviler tarihsel tecrübeleri ile bu entrikaları yutmayacak kadar tecrübe sahibidirler. Alevilerin Atatürk sevgisi; sahte demokratların, sahte laikcilerin, sahte alevicilerin ve sahte Dersim dostlarının entrikaları ile değişmeyecek kadar köklü bir sevgi, saygı ve  tutkudur. Alevilerin Atatürk sevgisi yaşam biçimleri ile ilgilidir, özgür olmaları ile ilgilidir.”
Ozanların sazında, sözünde, nefesinde…
Okuyucularımızdan gelen değerlendirmeleri önümüzdeki günlerde toplu olarak yayımlayacağız. Ancak bugünkü konu başlığını tamamlayıcı olması bakımından, Kanada’dan yazan ve
“Ben bir Alevi ailenin çocuğu olarak, Türklük bilinci, Atatürk sevgisi ve Cumhuriyet aşkıyla büyütüldüm. Ailemiz ve cem törenlerini düzenleyen dedelerimiz bize hep Cumhuriyet ve Atatürk sevgisi aşıladılar” diyen Ali Polat’ın dikkat çektiği “Alevi ozanlarının Atatürk sevgisi”ne değinmeden geçemeyeceğim.
“Ben değil yedi sülalem Kızılbaştır” diyen Aşık Mahsuni Şerif “
“Ben ağlamam On Kasım’da
O’nu her gün diri gördüm
Ölene dek göreceğim
Doğduğumdan beri gördüm.
Matemin doyurmaz beni
Minnetim kucaklar seni
Bize cennet gibi yeni
Verdiğin eseri gördüm ” diye anar.
Büyük ozan Aşık Veysel ise
“Ağlayalım Atatürk’e
Bütün Dünya Kan Ağladı
Başbuğa Olmuştu Ülke
Geldi Acem Can Ağladı” diye yakar ağıtını.
Atatürk Aşık Daimi’nin sazında,
“Girmez dilimize Arab-ı Fars-ı
Ölçü olmaz bize yabancı harsı
Özgürlük simgesi barış mayası
Biri Hacı Bektaş, Biri Atatürk” biçiminde,
Aşık Hudayi’nin sözündeyse,
“Hünkar, ruhumdaki en köklü daldır
Atam, o daldaki yetişen güldür
Tıpkı buna benzer, buna misaldir;
Dalım Hacı Bektaş, gülüm Atatürk” diye yaşatılır.
On üçüncü imam!
Hüsnü Merdanoğlu’nun Operatör Doktor Celal Kılıç’tan aktardığı anekdottaki sahiplenmeye bakın: “Malatya’nın Arguvan ilçesine bağlı bir köyden iki kişi, eşeklerine yükledikleri buğdayı, şehre satmaya götürmektedirler. Yokuşu çıkarken, eşeklerden biri yükün ağırlığı ile yürümekte güçlük çeker. Eşeğin sahibi, ”yetişin ya on üç imamlar beni yolda bırakmayın“ der. Diğer yolcu ”arkadaş benim bildiğim imamlar on ikidir. Sıkıntıdan imamların sayısını bile unuttun“ diye eleştirir. Eşeği zorda kalan yolcunun yanıtı anlamlıdır: ”Asıl sayıyı şaşıran sensin. Benliğimizi kimliğimizi kazandıran, şu yollarda rahatlık içinde yolculuk etmemizi sağlayan, Osmanlının zulmünden eşkıyanın, uğursuzun, hırsızın baskısından kurtaran Atatürk’ü unutan sensin…“

Yorum Gönder

0 Yorumlar