Subscribe Us

header ads

20 | Anadolu İhtilaline Fesat Tohumu

Anadolu ihtilaline fesat tohumu
Milli Mücadele’nin “zafer” yolunda olduğunu gören işgal güçleri, tek vücut olan Anadolu’yu bölmek için “İslam’ın içine girmek” olarak tanımladıkları yeni bir yöntemi gündeme getirdiler
Tahriklere rağmen Atatürk’e bağlılıklarını, Malatya Zeynelabidin Cemevi’ndeki gibi başköşeye koydukları resimlerle gösteriyorlar.
Mustafa Kemal tarafından yayınlanan Hakimiyet’i Milliye’nin ilk sayısında (Ocak 1920) Pazarcık Müftüsü Veli ve beraberindeki üç Alevi vatandaşın imzasıyla gönderilen şu telgrafa yer verilir: “Fransız işgal güçlerinin komutanları, anlaşma hükümlerini her gün biraz daha bozuyor. Maraş’ı aldıklarının birinci günü İslam kadınlarına saldırıldı. Depolardaki silahlar ve bombalar Ermeni vatandaşlarımıza dağıtıldı. Geceleri polis ve jandarma devriyelerimiz öldürüldü. Bazı aşiret reisleri para ve rütbe ile aldatılıp ayaklanmaya çağırılarak toplumlar arasına nifak ve birbirini öldürme tohumları ekilmeye başlandı…”
İslamın içine girmek
Bu “nifak ve öldürme tohumları”nın filiz vermesi için sürülecek tarla  paylaşım”a tabiydi. İstanbul hükümeti ve mütareke basını, Anadolu Türkmenleri arasında (yanda Yakup Kadri’nin bahsettiği nedenlerle…) Mustafa Kemal ve arkadaşlarını ele verecek muhbir filizlendirme konusunda başarısız olunca meydan bütünüyle, zaten faaliyet halindeki dış destekli  “cemiyetlere” kaldı.
Onlar milli mücadelenin tuttuğu yolun zafer olduğunu görmeye başlamış ve bunun mimarı olan kitlesel inancı hedef almışlardı. Yöntemleri “İslamın içine girmek”, bu yolla kah yozlaştırmak, ya ayrıştırmak, kah birbirine kırdırmak olacaktı.
Milli Mücadele döneminde “Cumhuriyet” kavramını ilk telaffuz eden ve temsil ettiği toplumun beklentisinin bu yönde olduğunu dile getiren kişi bir Alevi (Çelebi Cemalettin) olmasına karşın, Cumhuriyet’e karşı girişilen iki ayaklanmanın “Aleviler”e mal edilmesi, yukarıda andığımız faaliyetler birbirinden bağımsız gelişmemiştir.
1920’de Hacıbektaş’ta, Mutki’de Aleviler Mustafa Kemal’in “Kutsal birliğimize dayanç ve inancımıza güvenerek töreye uygun isteklerimizin elde edileceği güne değin, hiç yılmadan çalışılması” ricasını bütün ulusa duyurma görevini üstlenirken… Güneydoğu’da Fransızlar’a “kesin darbeyi vurmak” için Kılıç Ali’yle omuz omuza çarpışırken… Sivas’ta veya Erzincan’da, yahut Tunceli’de neden ayaklansındı?
Baki Öz, Koçgiri Ayaklanması üzerine çalışmalarında ayaklanmanın elebaşları  “Alişan ve Haydar Beyler’in Mustafa Kemal ve hareketini bir türlü içlerine sindiremediklerinden” bahseder. Derebeyliği ile milli devlet arasındaki kan uyuşmazlığı düşünülünce, Abdülhamit döneminde kılıç kuşandırılarak “paşa” yapılmış, varislerini aşiret mekteplerinde yetiştirmiş bu “ağalar”ın Cumhuriyet’i memnuniyetle selamlamaması elbette normaldir. Koçgiri ayaklanmasında “anormal”olan, ana figürün, ülkenin her yanında Kuvay-ı Milliye’nin belkemiği durumundaki  “Aleviler” oluşudur.
Koçgiri’de Alevilik maskeydi
Ayaklanmayı çıkaranlar bunun tam da böyle, bir Alevi ayaklanması olarak algılanması için, ince ince planladıkları belli olan her detayı hayata geçirmişler; ilk toplantılarını Hüseyin Abdal Tekkesi’nde yaptıktan sonra, aşiret reislerinden, ortaya Zülfikar koyarak üzerine ant almışlar; örneğin Dersim’de yöre halkının isyana destek vermesi için  “Zülfikar Murtaza’ya ve parçalayıp Fatma Zehra niyazına yedikleri elmaya” ant içtirmişlerdir. Alevilerce kutsal sayılan her türlü sembol ve ritüel de işin içine katılarak şeklen  “Alevileştirilen” ayaklanma özünde hiçbir zaman “Alevilik”le ilgili bir tavır olmamıştır. Hatta dönemin ünlü provokatörü Alişir’in “Türk subayların cebinde Alevileri öldürmek için talimat var, kırım yapacaklar” tahrikine rağmen, Erzincan, Tercan ve Çayırlı aşiretleri ayaklanmaya katılmamış, Kureyş aşireti ise engel olmak için üstün bir çaba sarfetmiştir.  Ankara Hükümetine destek olmak için Topal Osman öncülüğünde Milli Mücadele birliklerine katılan Türkmenler Kemah’ta ayaklanmanın bastırılmasında görev almışlardır…
İngiliz parmağı vardı
Koçgiri, İngilizlerce desteklenen Kürt Teali Cemiyeti’nin İmranlı’daki kolunu kurmuş olan Haydar Bey ile Alişan’ın Osmanlı’dan gelen imtiyazlarını kaybetmemek ve özerk Kürdistan’ı kurmak fırsatını kaybetmemek için giriştiği tahrikin neticesidir. Jin ve Jepin gazeteleriyle propagandası yapılan fikir Sevr’in hayata geçirilmesidir. Burada en dikkat çeken vurgu, özerkliğin “Avrupalılarca verildiği”yle övünülmesidir.
Görüldüğü gibi kökü ta Orta Asya’ya dayanan, Osmanlı mühime defterlerine bakılırsa 1300’lerden beri bölgede olan ve ekrat taifesinden yani Kürtleşmiş Türk boylarından sayılan bu aşiretler federasyonun, Milli Mücadele’yi baltalamak için Aleviliği kullandığı ayaklanma,  Nuri Dersimi’nin sözüyle “Kürt bağımsızlık savaşının bir aşamasıdır. Onunla bir meydan savaşı yitirilmiştir, ama savaş bitmemiştir.”
Türk tarihini inceleme fırsatı bulanlar, halkın kutsallarını kullanarak, menfaatlerini korumak savaşının bitmediğini Dersim’de bir kere daha göreceklerdir. Dersim’de çıbanbaşlığını aynı isimlerin yaptığı “devam ayaklanması” tarihsel süreç içinde Aleviler’in Atatürk ve Cumhuriyet ile arasını açmak için kullanılmıştır.
Hedef Atatürk’ten koparmak
Hüsnü Merdanoğlu, Kemalizmle Bütünleşen Alevilik adlı kitabında, bu tür faaliyetlerle ilgili olarak  “Emperyalistler bilmektedirler ki; Kemalizm kalesini sarsmak için kalenin bütünlüğünü oluşturan yapı taşlarını yerinden oynatmak, devletin kurucusunu, kurtarıcı olarak gören unsurların düşüncelerini bulandırmak gerekir…” diyor.
İktidara Karşı Türk Direniş ve Devrimleri’nde, Hollanda Leiden Üniversitesi’nde, dönemin Selçuk Üniversitesi Rektörü Mehmet Aydın’ın tavsiye ettiği Prof. Dr. Erik J. Zürcher’in danışmanlığında, “Bektaşilerin Türkiye’nin Milli Mücadelesi’ndeki Rolleri” konulu doktora tezi hazırlayan Hülya Küçük’ün  “Bektaşilerin Milli Mücadeleye ve ardından gelen reformlara desteklerinin” saltanatı ve hilafeti kaldırıp Cumhuriyeti kurmak için“olduğu ve bu sebeple topyekün bir şekilde Milli Mücadeleyi desteledikleri şeklindeki savı da çürütmeye çalıştım” ifadesine değinen Yetkin  “Demek ki bu çalışma bir araştırma değil, önceden varılmış bir yargıyı, daha doğrusu önyargıyı kanıtlamak için yapılmış.”  diyor.
Yetkin’in adı geçen eserini okuyanlar o önyargının biraz irdelendiğinde Milli Mücadele’nin  “Türk” kimliğini unutturmaya, inkara dönük olduğunu görebilirler.
Türk münevveri sebebi sensin!
Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı, aydınlatamadın. Bir vücudu vardı, besleyemedin. Onu, behimiyetin, cehlin ve yoksulluğun ve kıtlığın eline bıraktın. O, katı toprakla, kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki, ne biçeceksin?
(…) Tabi ellerine batacak. (…) İşte her yanın şerha şerha kanıyor ve sen, acıdan yüzünü buruşturuyorsun, öfkeden yumruklarını sıkıyorsun. Sana ıstırap veren şey, senin kendi eserindir…
l Yakup Kadri Karaosmanoğlu / Yaban
“Asya’nın muazzam kapıları yüzümüze kapanıyor”
“Anadolu İhtilali”  karşısında hayrete düşenler sadece Yakup Kadri’nin bahsettiği “İstanbul aydınları” değildir.  Metin Aydoğan’ın Yeni Dünya Düzeni, Türkiye ve Kemalizm’de, 1922 yılında Hollanda basınında çıkmış bir makaleden yaptığı aşağıdaki alıntı paylaşımcıların şaşkınlığını göstermekle kalmaz, Türkler’le yeni mücadelelerini “İslamiyet’in içine girerek” yani mezhep ayrılıkları ekseninde sürdürme niyetlerini ifşa eder:
“Türkleri en yakından tanıyanlar ve en koyu Türk dostları için bile şaşırtıcı olan bu beklenmedik başarı akla şu soruyu getiriyor: Görünüşe göre son nefesini vermekte olan, ölüme mahkum Türkiye, dört yıl süren dünya savaşı sırasında maddi ve manevi gücünü son damlasına kadar tüketmiş olduğu, üstelik bu savaşta hiç de öyle özel yetenek ya da başkaca bir nitelik değişimi ortaya koymadığı halde, nasıl olur da böyle bütün dünyayı şaşkına çevirir?
Sonu gelmiş gibi duran bu ülke, bugün üstelik yapayalnız kaldığı bir anda, en yüksek düzeyde bir örgütlenme yeteneği ve doludizgin bir coşku sergiliyor. Türk paşalarıyla siyasetçileri, Asya halklarının ruh halini, Batının büyük devletlerinin, Dawning Street ya da başka yerlerdeki bakanlıklarında kurulu bütün Müslümanlık işleri şubelerinden çok daha iyi kavramışlar.
Sıfırı tüketmiş sayıyorlardı
Londra’da yapılan hesaplarda Mustafa Kemal ve milliyetçi hareketlerinin sıfırı tükettiği, Anadolu yaylasının ortasına itildiği yalnızlığın er yada geç tüm Kemalist hareketi iflasa sürükleyeceği, iki kere iki dört edercesine kanıtlanmıştı. Anadolu’nun daha dünya savaşı sırasında fazla kan kaybından öldüğü, sözcüğün tam anlamıyla bir dullar ve yetimler ülkesine döndüğü söyleniyordu. Toprakların işlenemediği, tohumluk, tarım makinesi ve iş gücü sıkıntısı çekildiği ileri sürülmekte idi. Eninde sonunda ülkenin sabrı taşacak, milliyetçi önderlere karşı ayaklanmalar patlak verecekti. İşte Londra’da söylenenler bunlardı. Gerçi Anadolu’nun dullar ve yetimler ülkesi olduğu konusunda haklıydılar. Tam dört yıl boyunca, milyonlarca insanın fedakarlığıyla durmaksızın savaşabilmesi, demirden yumruğuyla İngiltere’nin maşasını denize dökebilecek ölçüde güçlü darbeler indirebilmesi ise ulusal davaya duyduğu inanç sayesinde mümkün olabilmiştir.
Bekleyelim görelim tutumu yetmez. Kendimizi Avrupalı olma zirvesinden ya da kibirliliğinden kurtarıp İslam düşüncesinin içine girebilmeliyiz. Bunun gerekçesi, Müslümanlık konusundaki bilgimizi arttırmak falan değildir. En basitinden kendi bencil çıkarlarımız buna bizi zorluyor. Yoksa günün birinde gözlerimizi açtığımızda, Asya’nın muazzam kapılarının şaşkın bakışlarımız önünde ebediyen kapandığını görürüz.”

Yorum Gönder

0 Yorumlar