Subscribe Us

header ads

17 | Kürtçe Konuşan Türk Kitleler

Kürtçe konuşan Türk kitleler
Her milliyet farkı dil farkını gerektirse de, her dil farkı milliyet farkını gerektirmez. Sosyolog ve tarihçiler, bazı Aleviler’in Kürtçe veya Zazaca konuşmalarını onların etnik kimlik tescili değil, 450-500 yıllık Kürtleşme sürecinin göstergesi kabul eder.
İbadet dili “kutsal” sayıldığı için “Alevi Kürtler” olarak bilinen kesim ibadetini Türkçe yapmaya devam etti
Konunun ’bir kere daha’ gündeme gelmesi, Türk Tarih Kurumu’nun eski başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun Kayseri’de yapılan “Türk Tarihinde ve Türk Kültüründe Avşarlar”  sempozyumundaki (2007),   “Bugün kendisini Kürt kabul eden bazı aşiretlerin 16. yüzyıl Osmanlı vergi kayıtlarında Türkmen aşiretidir”  sözleriyle olmuştu.
Aleviler Türk müdür? Kürt Alevi olur mu? 
Ali Rıza Özdemir’in “101 Soruda Kürtler” kitabındaki 83. soru da buna benzer:
“Alevî Kürtler kavramını açıklayınız? Alevîden Kürt olur mu?”
Özdemir gibi kısa ve net biçimde “Olmaz” demek mümkün tabii.
Kitabında Şeref Han ve Evliya Çelebi’den alıntılar yapan Özdemir  “16. ve 17. yy.larda Alevîliğe bağlı Zaza ve Kürt aşireti yoktur ve Kürtlerin tamamı Şafiî mezhebindendir. Oysa biz tarihî kaynaklardan, bölgede sayısız Alevî Türkmen aşiretlerin olduğunu biliyoruz.
Ayrıca Zazaca ve Kürtçe konuşan Alevî aşiretlerin ileri gelenleri de, Zazaca’yı ya da Kürtçe’yi sonradan öğrendiklerini ve ’Öz Türk’ olduklarını atalarından gelen bir bilgi olarak söylemektedirler.”  diye özetler konuyu.
Etnik kimlik değil
Suudi Arabistan’da Hz. Ali’den yana bir tavır alış şeklinde ortaya çıkan, tarihsel süreç içinde ise Mısır’da Fatımilik, İran-Irak’ta Şiilik, Hindistan’da “terörize edilmiş”  biçimde İsmilliyelik gibi farklı  “form” lara bürünerek karşımıza çıkan  “Aleviliğin” genel manada  etnik bir kimlik olduğunu savunmak akla ve mantığa aykırı olur. Bu pencereden bakarsak bir Türk kadar, bir Kürt, bir Arap, bir Fars, bir Ermeni, hatta bir Rum’un  Alevi olabileceği pekala kabul edilebilir.
Ancak “İslamiyetin farklı biçimde yorumu” ile soy esası arasında bir bağ kurmak güç olsa, Anadolu Alevileri söz konusu olduğunda konu “teolojik” perspektiften çıkar ve “sosyolojik” bir boyut kazanır.  Ve dışa kapalı yaşamak durumunda kalmış Aleviler, etnik manada “homojen” bir kitle olarak günümüze ulaşmışlardır.
Tokat, Çorum, Amasya, Yozgat, Hacıbektaş ve çevresi ile, Ege, Marmara ve Trakya’da Türkçe konuşan, Toroslar’da “yollarının Türkmen yolu olduğunu” söyleyen, Sivas, Erzincan, Tunceli, Elazığ, Malatya’da Zazaca ve Kürtçe konuşan ama kendilerini Türk olarak tanımlayan, Maraş- Elbistan, Pazarcık ve çevresinde Kurmanci konuşup Türkçe ayin yapan, Hatay, İskenderun, Adana ve Mersin’e inince ise kendilerini  “Arap” olarak ifade eden Aleviler’e rastlanması bu iddiayı çürütmez. Ord. Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan’a göre sonradan edinilen bu kimlikler,  “sosyal bir değer taşır, belli bir yaşam biçimini gösterir, resmi Sünniliğe uymayan, aşiret adetleri hala canlı olan ve kendi içlerine kapanmış olarak yaşayan cemaatleri ifade eder.”
İslamiyet’in Türkçesi
Bu “içe kapanıklığa” neden olan ve iki haftadır kronolojik bir çerçevede aktardığımız tarihi sürecin üzerinden kabaca geçmek gerekirse;
Arap ordularının Türkistan’a kanlı girişine, yağma, hakaret ve işkencelerine tepki olarak İslamiyet’e 300 yıl boyunca “direnen” Türkler’in, Yusuf Hemedani, Ahmet Yesevi gibi isimlerin öğretisi ve onların yetiştirdiği Horasan Erenleri ile birlikte katettiği yol bellidir. O yol, diziye isim de veren Horasan-Anadolu yoludur. Ve Türkler o yolda İslamiyeti, Türk sufiliği ile bütünleştirerek, kendi kültürel birikimleri ile özdeşleştirerek yaşamaya başlamışlardır.
Anadolu’ya gelen bu Alevi kitleler, yaygın bir izah tarzı ile “İslamiyet’in Türkçesi”ni yaşadıklarını savunmuşlardır.
Türkmen Alevilerin  Kürtlerle uzun soluklu karşılaşması, Şah İsmail ile yapılan Çaldıran Savaşı’ndan sonra, Osmanlı yönetiminin uyguladığı sistemli sindirme ve yok etme politikasının sonucu yaşanır. “Şah İsmail’in peşindeki Kızılbaş Türkmen’e karşı, Osmanlı çoğu Sünni ve Şafi olan Kürt beylerini tutmuştur.” (Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi)
Kürtler’in yaşadığı bölgelerde kendilerini korumak için Kürt gibi yaşamaya başlayan Alevi Türkmenler 450-500 içinde Kürtleşmiştir.
Boyların kökeni belli
Sosyolojik olarak “Her milliyet farkı dil farkını gerektirse de, her dil farkı milliyet farkını gerektirmez.”
Konuyu karmaşık nüfus istatistik tahlillerine, secere ve göç haritalarına boğmadan, bu alanda çalışan sosyolog ve tarihçilerin tespitlerinden örneklerle açıklamak gerekirse;
Türk sosyolojisinin temel taşlarından biri olan Ziya Gökalp  “Kürt Aşiretleri Üzerine Tetkikler” inde  “Kürt aşiretlerinin Türkleşmesini kabul edip, Türk aşiretlerinin Kürtleşmesini kabul etmeyen”  anlayışın sakatlığına dikkat çeker.
Kendisi de Diyarbakır’lı olan Gökalp bu ilden verdiği bir örnekte  “Karacadağ’da yaşayan ’Türkan/ Terkan’(Kürtçe: Türkmenler) aşiretinin bütün fertlerinin Oğuz ilinin Beydili boyuna mensup halis Türk olduklarını bildiğini”  kaydeder.  “Bununla beraber, Türkçe’yi unutarak onun yerine Kürtçe’yi ikame etmişlerdir.”
“Yine Siverek’te Bucak isminde bir nahiye vardır. Ki Zazaca konuşur. Halbuki Lazkiye’de Bucak ve Bayır ismindeki nahiyeler Türkçe konuşur”
Çalışmalarını Koçgiri aşireti üzerine yoğunlaştıran tarihçi Baki Öz de bu aşiretin  Orta Asya’dan Anadolu’ya gelip sonradan Kürtleşen bir Türkboyu olduğunu, Şeyhhasan aşireti ile de akrabalık ilişkilerinin bulunduğunu belirtmiştir.
Tarihi izler var
’Dersim Tarihi’ni araştıran Ali Kaya ise konuyu “izler” üzerinden giderek ele alır ve Desim civarında üzerinde  “koç resimleri” bulunan mezartaşlarının, İbni Batuta’nın 1333-34 yıllarında Kuzey Dersim’e uğradığında Moğollarla sürekli savaşırken gördüğünü aktardığı “iki Türkmen kabilesi” Karakoyunlu ve Akkoyunlular’a ait olduğunu savunur.
Türkiye’de Alevilik araştırmaları denince ilk akla gelen akademisyenlerden olan Mehmet Eröz, “Türkiye’de Alevilik Bektaşilik” isimli eserinde  “Kalmuk Türklerinin yerleşme yerlerinden birinin adının ’Sarız’olduğunu gösterdik. Kayseri’ye bağlı Sarız’da  Türkçeyi unutmuş olan ve Kurmançça konuşan, Alevi cemaatlerin oturuyor olması, konumuz bakımından üzerinde durulmaya değer bir hadisedir”  diye yazar.
Meclis kürsüsünden…
Aleviliğin Türklüğü-Kürtlüğü konusu aynı tarihte TBMM gündemine de gelmiştir. Dersim milletvekili Hasan Hayri Bey burada yaptığı konuşmada “Yavuz Sultan Selim zamanında Harzem’li Alevi Türkler’in  can güvenlikleri nedeni ile, Dersim dağlarına çekilmek zorunda kaldıklarını ve bu tecrit neticesinde  kendilerini gizlemek için Kürtçe öğrendiklerini, süreç içinde Türkçe’den uzaklaşarak Kürtleştiklerini”  anlatır.
Yaşayanın ağzından “kimlik” meselesi
Aleviliğin bir “tabu” olmaktan kurtulmasına ve Aleviler’in kimliklerini açıklamak konusunda “özgüven” le hareket etmesine katkıda bulunacak çok sayıda çalışma yapan araştırmacı-yazar Cemal Şener’in kendisini tanıtma biçimi, Alevilerin etnik kökeninin “sorun”a dönüştüğü noktayı ortaya koyuyor:
“Annem Gümüşhane- Kelkit’li bir Türkmen köyüne mensup idi.
Ama babam, dedem Tunceli- Ovacıklı idi. Babam kendisini Türk olarak ifade edince onun asimilasyon sonucu Zazalığı değilde Türklüğü savunduğunu düşünüyordum.
Babam ise ısrarla 30 yıl boyunca bana kendilerinin Horasan’dan gelen Türkler olduklarını Zazaca’yı sonradan öğrendiklerini bana anlatmaya çalıştı.
Türkleştirme şansı yoktu
Ben babamın Kürt olsa idi asimile olamayacağını tam tersine Türk olduğu için asimile olduğunu Türk Tarihini, Osmanlı Tarihini ve Alevi Tarihini okuyunca öğrendim.
Gerçekten ortada bir asimilasyon vardı.
Ama bu benim iddia ettiğim gibi değil babamın iddia ettiği gibiydi.”
“Alevi olup Kürtçe ya da Zazaca konuştukları halde kendilerini Türk olarak ifade eden Alevi yerleşmelerinin % 75 ini gezmiş” biri olarak bu konuda geniş söz hakkı bulunan Şener, genç kesimin anne, baba ve dedelerinin kendilerini Türk olarak ifade etmelerine karşı yönelttikleri “asimile” oldukları cevabının siyasi nedenleri olduğunu öne sürüyor.
Şener’e göre de “Türkler’in Anadolu’daki Osmanlı ile ilişkileri düşünüldüğünde Osmanlı’nın Kürdü ya da Ermeniyi Türkleştirmesi olasılığı yok.
Tam tersine Osmanlı Türk ve Alevi karşıtı olduğu için Alevi Türkmen’in canını, malını kurtarması için Kürtçe ya da Zazaca konuşan bölgeye sığınması daha büyük olasılıktır.”
Aşiretlerin kökeni
1937 yılında doğan, Pülümür kökenli dede Pir Ahmet Dikme, 1999’da “Haykırıp Duyuramadıklarım” adıyla kitaplaştırdığı iddialarını şu kararlılıkla ortaya koyuyor:
“Munzur dediği dağın güney yakasında bir tek Kürt yoktur. Orada yaşayan Şeyhhasan aşireti tamamen Horasan kökenli Türkmenler’dir. Daha doğuya, Pülümür’e doğru gelindiğinde ise, Areli, Lolanlı, Şahvelanlı, Kemanlı, Çerekanlı ve daha bir çok aşiret oturmaktadır. Bu aşiretlerden hiç biri Kürt değildir. Tamamı Türk kökenli aşiretlerdir. Ben bu konuyu her platformda tartışmaya hazırım.”

Yorum Gönder

0 Yorumlar